İBH’da Engelli Raporu ve Emeklilik
  1. Ülseratif Kolit veya Crohn hastasıyım, ben engelli raporu alabilir miyim?

Evet alabilirsiniz. Çünkü bu hastalıklar süregelen, kronik rahatsızlıktır.

  1. Engelli raporundan fayda sağlamak için % kaç oran almalıyım?

En az %40 almalısınız ki haklardan faydalanabilesiniz.

  1. Engelli raporu ile neler yapabilirim?
  • En önemlisi yaşınızı beklemeden erken emekli olabilirsiniz: Çalışıyorsanız; dosyalar kısmında yayınladığımız vergi dosyasını indirip eki işyerinize onaylattıktan sonra vergi dairesine gidip sizi hastaneye sevk etmesini istemeniz gerekir. Eğer çalışmıyorsanız İşkur’a başvurarak önce kayıt olup daha sonra sizi hastaneye sevk etmelerini isteyebilirsiniz. Sevk edilmeniz avantajınızadır. Aksi takdirde minimum 90tl kadar bir ücret ödemek durumunda kalabilirsiniz.
  • Başbakanlık engelli kartı çıkarırsınız: Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlükleri’nden çıkarabilirsiniz.
  • Gereken evraklar; 1 adet aslı gibidir ibareli raporunuz, 2 fotoğraf, 2 nüfus cüzdanı fotokopisi.
  • Yaşadığınız ile göre ücretsiz seyahat kartı çıkarabilirsiniz: Serbest Kart diye adlandırılan seyahat kartlarıyla şehir içindeki metro, metrobüs, otobüs, tramvay’dan ücretsiz faydalanabilirsiniz.
  • İstihdam edilirsiniz: Bundan öncesinde ishal ataklarınız ve ağrılarınız sebebiyle ya işten kovuldunuz ya da çalışamadınız. Artık İşkur’a kayıt olarak kurumsal firmalarda iş bulabilirsiniz. Ekpss’ye hazırlanıp devlet memuru olabilirsiniz.
  • Ozel firmaların indirimlerinden faydalanabilirsiniz: su faturalarınıza %50 indirim yapar. TTNET, AVEA, VODAFONE, THY, DİGİTÜRK, PAMUKKALE TURİZM, METRO TURİZM, KAMİL KOÇ TURİZM…gibi firmalarda da belirli yüzdelerde indirimlerden faydalanırsınız. Bu arada TCDD (Yüksek hızlı trenler de dahil) ücretsiz yolculuk yaparsınız.
  • Vergi indirimi sağlarsınız: Üzerinize kayıtlı daireniz varsa veya bir iş yeri açmak isterseniz vergi avantajınız olacak.

 

  1. Raporu çıkartırken nelere dikkat etmeliyim?

Hastaneye  sevk edilme belgenizi elinize aldıktan  sonra dosyalarım bölümünde “özürlü raporu vermeye yetkili hastaneler”den  istediğinizi seçebilirsiniz. Ben sevk ile uğraşamam diyorsanız istediğiniz hastanenin kurul kısmını da başvurabilirsiniz. Hakem hastaneler de mevcuttur yayınladığım listede ancak şahsen tavsiye etmem. Verdikleri oranı değiştirme imkanınız yok.

Hastanenin kuruluna gidip gün aldıktan sonra, size verilen günde hastalığınız ile ilgili ne kadar evrak var ise (kolonoskopiler, patoloji raporları, ilaç raporları, hatta kan testleriniz, ameliyat geçirdiğiyseniz kesinlikle epikriz, ülseratif kolit ve crohn ilaçlarının kullanımı sebebiyle başka bir hastalık oluştuysa bunların belgeleri ve her ne hastalığınız varsa belgeleri) fotokopilerini çekip hazır bir şekilde kurula gidin. Bir anda asılları kurula gider öylece kalırsınız.

Yanınızda mutlaka 4-5 tane fotoğraf bulundurun. Hastaneden hastaneye olay değişiyor. Bazı hastaneler 1 asıl 3 aslı gibidir verirken, bazıları 3 asıl, 3 de aslı gibidir olarak rapor verebiliyor.

Girdiğiniz doktorlara tek tek sıkıntınızı, uzatmadan, abartmadan mülayim bir şekilde anlatın. Doktorlarla ağız dalaşına girmeyin ve doktorun vaktini almayın. Kuruldaki göz doktoruna girip de tuvaletinizin şeklini anlatmak mantıklı olmaz. Gezmeye gitmiyorsunuz; dolayısıyla takıp takıştırıp şık gitmenizin de bir anlamı olmaz. Kurul toplanma saati gelip de size “sen git, …şu tarihte gel” derlerse panik yapmayın. Çok büyük bir ihtimalle sizi kurula bile sokmaya gerek görmeden raporunuzu o gün teslim edecekler. Eğer kurula çıkartırlarsa; yine sakin, kısa ve net bir şekilde hastalığınızı söyleyin veya sordukları sorulara cevap verin.

Kısa, öz ve uzatmadan neyi anlatalım diyecek olursanız; kaç senedir hastasınız, kaç senedir hangi ilaçları kullanıyorsunuz, günde kaç kere tuvalete çıkıyorsunuz, ne kadar remisyonda kalabiliyorsunuz…vs.

Psikiyatriden oran almamanızı tavsiye ediyoruz. Eğer oran alırsanız, raporunuz “sürekli” ibareli çıkmayabiliyor ve devamlı kontrol gerektiyor. Ama ciddi bir problem var ise tabiî ki kurulda da söylemeniz, gelecekte avantajınıza olabilir. Bunun tercihini siz yaparsınız.

***Teknik olarak rapordan önce sigortalı girişinizin olması faydanızadır. Bunu da aklınızın bir köşesine yazın.

  1. Kurula girdim; birkaç hastalığım var. Crohn’dan %… oran verdiler, romatizmadan %…oran verdiler, kalpten %…oran verdiler? Şimdi oranım kaç gelecek? veya Hastalıklarımın oranlarını topluyorum, raporumda daha düşük yazıyor. Bir yanlışlık mı yapılmış?

Birkaç hastalığınız varsa her birisine ayrı oran verilir. Bunları normal toplama işlemi ile toplamayın. Balthazard formülü ile hesaplanır. Örneğin; 3 hastalığınızdan sebep %50, %20, %10 verdiler. 50 + 20 + 10 = 80 etmez.

Bana rapor vermediler veya %40’ın altında verdiler, ne yapacağım?

Ne mutlu size J Muhtemelen 1.basamak ilaçları kullanıyorsunuz ve tutulum fazla değil. Her ülseratif kolit hastası raporu alacak diye bir kaide yok. Keyfinize bakın.

  1. Raporu aldım, ne yapacağım?

Raporun aslını ASLA ama ASLA hiçbir yere vermiyorsunuz. O, bundan sonraki hayatınızda hep işinize yarayacak. Aslı Gibidir ibareli olanın birini vergi dairesine, birini de Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü’ne verirsiniz başbakanlık kartı için. İsterseniz noterde de çoğaltıp onlardan verebilirsiniz.

Vergi dairesine raporu verdiniz; şimdi bekleyeceksiniz. Sonucu http://eviss.ivdb.gov.tr adresinden takip edebilirsiniz. Daire işyerinize yazı gönderecek. Ondan sonra olay başlıyor. Eğer yeterli sigortalılık süreniz mevcutsa emekliliğinizi istiyorsunuz. Tabi ki tazminatınızı alıyorsunuz. Eğer süreniz dolmamışsa çalışmaya devam ediyorsunuz.

  1. Ne zaman emekli olurum?

İşte bunu sitede yazıp sormanız gerekiyor. Çünkü işe giriş tarihiniz ve sigortalılık sürenize göre değişiyor

Kaç lira maaş alırım?

Sigorta prim tutarlarınıza göre değişir. Asgariden ödeniyorsa sigortanız, maaşınız düşük olur.

 

  1. Emekli olduktan sonra çalışabilir miyim?

Şimdi burada iki seçenek var; biri “malulen emeklilik” diğeri “erken emeklilik” . Malulen emeklilik için 1800 gününüzün olması yeterlidir ve %60 üzeri rapor oranı almanız gerekir. Ardından sigortada da kurula girersiniz. Ama şartları bayağı ağırdır. Bizim hastalıkta malulen emeklilik biraz daha detaylı; uzun süredir çalışamıyor olmak, ameliyat geçirmek…vs. gerekiyor. Eğer malulen emekli olursanız; çalışamazsınız. Kayıt dışı çalışmaya kalkışmanızı tavsiye etmem. Herhangi bir şikayette sıkıntı yaşarsınız. Kim şikayet eder demeyin; bu tarz şeyler en yakından gelir. Tabi o arada bir müfettişe denk gelmezseniz.

Erken emeklilik hakkını kullanırsanız; (daha öncede belirttiğim gibi değişiyor; 3600 gün ila 4680 gün arasında. Sigortaya giriş tarihinizi ve sigortalılık gün sayınızı yazarsanız cevaplarız ) Çalışabilirsiniz. Maaşınız Kesilmez!

Erken emekli olup ekpss ile devlet memurluğuna atandınız; maaşınızdan feragat etmek zorundasınız.

Malulen emekli oldunuz ama artık daha iyisiniz ve para yetmiyor; zaten o parayla maalesef geçim zor. Dilekçe verip malulen emeklilik maaşınızdan feragat edersiniz. Erken emeklilik için çalışmaya devam edersiniz.

Ne olursa olsun, keyfiniz yerinde olsun. Bunlar dünya işleridir; bir şekilde yoluna girer. Rapor alınca psikolojinizi bozmayın ben engelliyim diye. İsterseniz almayabilirsiniz de. Kaygılanmayın da; ileride bu hastalığın kesin tedavisi çıksa bile raporunuz elinizden gitmez. Zira verilen hak, alınamaz.

Kolonoskopi

Kalın Barsak ve Kolonoskopi

Kalın barsak (kolon) ve rektum sindirim kanalının son kısımlarını oluşturmaktadır. Bu organları etkileyen hastalıklar; dışkıda kan ya da iltihap görülmesi gibi değişikliklere neden olabilir, ayrıca gaz, şişkinlik ve karın ağrısı gibi şikayetlere de yol açabilirler. Bu belirtilerin nedenleri arasında iltihaplar, iyi huylu ya da kötü huylu tümörler, kan damarlarını ilgilendiren anormallikler ve barsağın hareketini engelleyen bozukluklar yer almaktadır.

Şekil 1’de görüldüğü gibi, kalın barsak sağda çıkan bir kısım, üstte enine bir kısım ve solda inen bir kısım ile karın bölgesini çevreyen birkaç kıvrımdan oluşmaktadır.

Rutin klinik kullanımda Şekil 2’de gösterilen kolonoskoptan yararlanılmaktadır. Bu alet esnektir ve barsağın kıvrımlarına uyum sağlayabilmektedir. Barsağın iç kısmını bir ışık ve kamera yardımı ile gösterebilmekte ve bazı olgularda ince barsağın son kısmına kadar ilerleyebilmektedir. Kolonoskopi işlemi sırasında özel geliştirilmiş bazı aletleri kullanarak barsaktan doku örnekleri alınabilmektedir. Ayrıca kolonoskopi büyümüş kitleleri (polip) çıkartmak, kanamayı durdurmak ve anormal daralmaları (stenoz) genişletmek için de kullanılabilmektedir. Kalın barsakta bulunabilecek yabancı cisimler de bu yolla çıkartılabilmektedir.

Kolonoskopi ne zaman gereklidir?

Barsağı etkileyen bir hastalığı düşündüren belirtiler olduğunda doktorunuz kolonoskopi önerebilir. Bu, doktorunuzun tanıyı destekleyecek bir biyopsi (doku örneği) almasına olanak sağlar. Kolonoskopi bazı barsak hastalıkları yönünden risk altında oldukları düşünülen kişilerin rutin incelemesi için de kullanılabilir. Aynı zamanda mevcut barsak hastalığına yönelik yapılan tedavinin sonuçlarının ortaya konması amacıyla veya dışkı incelemesinde gizli kan (çıplak gözle görülemeyen küçük miktarda kan) bulgusu saptanan hastaların izlenmesi için de kolonoskopi önerilebilmektedir. 50 yaşını geçmiş tüm sağlıklı bireylerde de kolon kanserinin tanı ve tedavisi için tarama kolonoskopisi yapılması önerilmektedir.

İnceleme öncesinde doktorunuz size kolonoskopi yapılmasını gerektiren nedenleri açıklayacak ve işlemi anlatacaktır. Bu konuşma sizin bilgilendirilmiş şekilde onay verebildiğinizden emin olmak amacıyla yapılmaktadır.

İnceleme, yöntem konusunda deneyimli doktorlar tarafından yapılmaktadır ve genellikle yatış yapılması gerekmeden hastane ya da muayenehane ortamında yürütülmektedir. Bazı durumlarda hastaların hastanede yatarak incelenmeleri gerekli olabilir.

Kolonoskopi için neler gerekmektedir?

İnceleme ağrı azaltıcı ilaçlar (analjezi) verilerek ya da verilmeksizin yapılabilmektedir. Ağrıya çok duyarlı olan hastalara ve incelemeyi zorlaştıracak durumlar (örn. daha önce karın ameliyatı geçirilmesi, yapışıklıklar, darlıklar, kıvrımlar) bulunabileceği düşünülenlere incelemeden hemen önce ya da inceleme sırasında ağrıya duyarlılığın azaltılması için ilaç verilmesi gerekebilir.

İnceleme sonrasında, hastalar bir süre dinlenmelidir. Bunun süresi kişiden kişiye değişebilir. Bundan sonra evlerine dönebilirler. Beklenmeyen komplikasyonlar olması halinde hastanın izlenmesi amacıyla kısa süre hastanede kalması gerekli olabilir. Eğer incelemeden sonra karın ağrısı ortaya çıkarsa ya da polipin çıkartılmasından sonra kanama olursa, hastalar hemen sorumlu doktorlarını aramalıdırlar.

Hem kolonoskopi aletindeki hem de teknikteki ilerlemeler bu yöntemin kolaylığını büyük ölçüde artırmıştır. Sağladığı bilgilerin kalitesi göz önüne alındığında kolonoskopiye eşdeğer hiç bir yöntem bulunmamaktadır.

Tanının doğruluğundan emin olmak ve barsağı en uygun koşullar altında tam olarak inceleyebilmek için barsağın iç kısmının son derece iyi temizlenmiş olması çok önemlidir. Burada hastanın dikkatli bir hazırlık yapmasının önemi büyüktür.

Barsağın temiz olması büyük önem taşımaktadır!

Bu inceleme yöntemi ile doğru tanı konulması için ilk gereken temiz bir barsaktır. Bu nedenle yoğun barsak hazırlığı yapılarak barsak dışkıdan temizlenmelidir. Ancak bu şekilde incelemede net bir görüntü elde edilebilir (Şekil 3). Bu hedefe bir kaç farklı yöntemle ulaşılabilmektedir. Daha önceleri gerekli görülen birkaç gün aç kalmak artık gerekmemektedir ve böylece hasta buna bağlı sıkıntıdan kurtulmaktadır. Barsağı temizleme yöntemleri ya anüs yoluyla (temizleyici lavmanlar) ya da ağız yoluyla (oral) uygulanabilirler. Çok daha etkin olan oral yöntemler, barsak pasajını hızlandırmak amacıyla sıvı alınmasını içermektedirler. Bazı durumlarda her iki uygulama yolunun birlikte kullanılması gerekebilmektedir.

Yalnızca temiz bir barsak doğru bir tanıyı garanti eder!

Barsak hazırlığına sizin katkınız

İncelemeden önceki gün kolay sindirilen besinler ve bol sıvı alınması (berrak içecekler, çay) hazırlığa yardımcı olabilir.

Sağlıklı bir inceleme yapılması, aletin kanallarının tıkanmasını ve hassas kolonoskopun hasara uğramasını önlemek için incelemeden en az 5 gün öncesinden itibaren tam buğday ürünleri, üzüm, tahıllar, domates, kabuklu yemişler, kiwi ve baklagiller gibi çekirdekli ya da sert kabuklu yiyecekler yenmemelidir.

Kaynak: Anonim

İBH’da Tetkikler

Ülseratif kolitin (ÜK) ya da Crohn hastalığının vücuttaki etkilerini izlemekte kullanılan çeşitli kan testleri bulunmaktadır. Kan testleri, hastalık remisyonda olduğunda bazen aylarca gerekmeyebilir ya da hastalığın ya da alevlenmeler sırasında yapılan ilaç tedavisinin etkisini izlemek üzere sıkça gerekli olabilir. Kan örnekleri genellikle bir şırıngaya ya da bir dizi küçük vakum tübüne bağlanmış bir iğne kullanılarak koldaki bir toplardamardan alınmaktadır. Bazı özelleşmiş testlerin aç karnına yapılması gerekebilmektedir. Bu durumda testi düzenleyen laboratuvardan ya da doktordan özel talimatlar alacaksınız:

Tam Kan Sayımı

İBH’da en sık yapılan kan testi tam kan sayımıdır. Hemoglobin düzeyi anemi (kansızlık) olup olmadığını gösterecektir. Beyaz hücre sayısı inflamasyon ya da infeksiyon için bir göstergedir. Trombositler kanın pıhtılaşması için gerekli olan küçük hücrelerdir ve sayıları inflamasyon sırasında artmış olabilir. Azathioprin gibi bazı ilaçlar kemik iliğini etkileyebilirler ve kırmızı hücrelerin, beyaz hücrelerin ve/veya trombositlerin sayılarını azaltabilirler. Azathioprin alınırken düzenli tam kan sayımı takibi gerekmektedir.

Eritrosit Sedimentasyon Hızı (ESR)

Bu, kırmızı kan hücrelerinin tüpte ne kadar hızlı çöktüğünü gösteren çok basit bir ölçümdür. Genellikle yavaş gerçekleşmekte, ancak aktif inflamasyon varlığında yükselmektedir.

C-reaktif protein (CRP)

Bu proteinin kan düzeyleri inflamasyon ya da infeksiyon varlığında çok hızlı artmaktadır. Özellikle Crohn’da, hastalık aktivitesini izlerken ESR ile birlikte kullanılmaktadır.

Ferritin

Bu proteinin oranı da inflamasyonda değişmektedir. Daha da önemlisi vücudun demir depoları ile olan bağlantısıdır. Düşük düzeyde olması demir desteği gerektiğini göstermektedir.
Vitamin B12 ve Folik Asit

Bu vitaminler sağlıklı kan hücreleri oluşumu ve başka bir çok vücut işlevi için gereklidir. Düşük folik asit düzeyleri kötü beslenmeyi ve muhtemelen ince barsaktan kötü besin emilimini gösterir. Vitamin B12 yalnızca ince barsağın alt ucundan (terminal ileum) emilmektedir. Bu bölgede ağır Crohn hastalığı varlığı ya da terminal ileumun cerrahi olarak çıkartılması enjeksiyon yoluyla düzenli vitamin B12 destekleri gerektirebilir.
Karaciğer Fonskiyon Testleri

Bu test karaciğerin sağlığı hakkında bilgi veren bir grup enzimi ölçmektedir. Bu testler, hastalığın kendisine ya da ilaç tedavisine bağlı olarak anormal hale gelebilirler. Albumin gibi önemli proteinlerin düzeyi de ölçülmektedir. Kötü beslenme, devamlı ve uzun süreli ishal ya da kronik inflamasyon nedeniyle albumin azalabilir.
Uluslarası Normalize Oran (INR)

Bir kan pıhtılaşması testidir. Bu test sıklıkla karaciğer kan testleri anormal olduğunda yapılmaktadır. Karaciğer, hasardan sonra kanı pıhtılaştırmak üzere birlikte çalışan proteinleri yapar. Eğer karaciğer iyi çalışmıyorsa, kan pıhtılaşması anormal hal alabilir. INR bunu anlamanın çok duyarlı bir yoludur.
Üre ve Elektrolitler

Sodyum, potasyum, klor, bikarbonat, üre ve kreatinin düzeyleri böbrek işlevinin göstergeleridir. Üre ve kreatinin düzeyleri, beslenme durumunu değerlendirmek için de kullanılmaktadırlar. İdrarda sodyum, potasyum ve üre düzeyleri, özellikle kişi ekstra sıvı ve tuz gereksinimi içinde olduğunda beslenme tedavisini izlemek için kullanılmaktadırlar. Bu ağır ishal ya da stomadan (barsak ağzı) yüksek hacimde kayıp ile birlikte ortaya çıkabilir.
Kemik Kimyası

Kalsiyum, fosfat ve alkalen fosfotaz adı verilen bir enzimin düzeyleri beslenme durumunu ölçmekte ve olası kemik sorunlarını ayırdetmektedir. Eğer böyle bir olasılık varsa, o zaman vitamin D ve paratiroid hormonunun kan düzeyleri kontrol edilebilir. Bu kan testleri, tümüyle normal kan kemik kimyasına karşın varolabilecek osteoporozu (kemik erimesi) saptamanın iyi bir yolu değildir.
Magnezyum

Genellikle potasyum ve kalsiyum ile birlikte beslenme durumunun kontrolü için ölçülmektedir. Magnezyum düzeyleri ağır ishal sonucunda düşük düzeylere inebilir. Düşük düzeyler kas güçsüzlüğüne yol açabilir.
Eser Elementler

Bunlar, sağlık için küçük miktarlarda bulunan çinko, selenyum, kromyum ve diğer mineralleri içermektedir. Bu mineraller intravenöz yolla uzun süreli yapay beslenme alan kişilerde gerekli durumlarda ölçülmektedirler.

Endoskopik inceleme sırasında vücudun belli bir kısmının incelenmesi için doğal bir açıklığa ya da stomaya bir alet sokulmaktadır. Böylece, iç döşeyici tabaka ayrıntılı olarak görülebilmekte ve biyopsiler (küçük örnekler) alınabilmektedir. Bunlar, herhangi bir inflamasyonun şiddetinin ya da tipinin saptanması amacıyla genellikle mikroskopik olarak incelenmektedir. Biyopsiler herhangi bir infeksiyonun varolup olmadığını görmek için de incelenebilmektedir.

Bazı incelemeler ayaktan hasta kliniğinde, ancak daha sıklıkla özelleşmiş endoskopi ünitelerinde yapılmaktadır. Genellikle, ne kadar süre yemek yenmeyeceğine ve hangi barsak hazırlığının kullanılacağına ilişkin bilgiler inceleme öncesi anlatılmaktadır.

Bazı endoskopilerde, özellikle kolonoskopide sakinleştirici (sedasyon yapan) bir ilaç verilebilmektedir. Bu kısmen sizin gevşemenize yardımcı olmak için ve kısmen de rahatsızlığın azaltılması içindir. Çoğu olguda bu opsiyoneldir ve uyanık mı yoksa dalgın mı olmayı tercih edeceğinize siz karar vermeye çalışmalısınız. Eğer işlem sizde özellikle gerginlik yaratıyorsa, o zaman bir miktar sedasyon yapılması daha uygun olacaktır. Sedasyondan sonra araba kullanmanız mümkün olmayacaktır ve işlem sonunda sizi eve götürmek için birine ihtiyacınız olacaktır.

Farklı amaçlar için kullanılan farklı tiplerde endoskopik yöntemler bulunmaktadır. Burada İBH ile ilgili başlıca işlemler anlatılmıştır:

Proktoskopi

Bu, genellikle ayaktan hasta kliniğinde yapılan ve çok az sıkıntı veren hızlı bir incelemedir. Proktoskop anüse sokulan küçük metal ya da plastik bir alettir. Rektum hakkında sınırlı bir görüntüye olanak sağlar. Spesifik şekilde, anal kanalın fissürler, fistüller ve hemoroidler yönünden incelenmesi amacıyla kullanılır.

Sigmoidoskopi

Sigmoidoskopi rijit ya da fleksibl (esnek) olabilir. Rijit sigmoidoskopi sıklıkla ayaktan hasta kliniği ziyareti sırasında yapılır ve proktoskopiye benzer. Rektumun ve aşağı sigmoid kolonun incelenmesine olanak sağlar. Ülseratif kolitin şiddetinin değerlendirmesi için iyi bir yöntemdir.

Fleksibl Sigmoidoskopi

İshal çok şiddetli olmadıkça, fleksibl sigmoidoskopi öncesi barsak atıklarının temizlenmesi için lavman uygulanması gereklidir. İnceleme yaklaşık beş dakika sürer ve genellikle sedasyonsuz yapılır. Kolonun şişirilmesi için verilen hava ya da karbon dioksit nedeni ile bir miktar rahatsızlık olabilir. İnceleme bazı polikliniklerde ve daha sıklıkla bir endoskopi ünitesinde yapılmaktadır. Alet yaklaşık 60 cm uzunluğundadır. Kolonu splenik fleksuraya kadar incelemek için kullanılmaktadır. Bu, yalnızca kolonun sol tarafının incelenmesi demektir. Kalın barsağın bu kısmını etkileyen ülseratif kolit ve Crohn hastalığı teşhis ve takibinde yararlıdır.

Kolonoskopi

Kolonoskop, çoğu olguda tüm kolonu (kalın barsak) ve terminal ileumu (ince barsağın alt ucu) incelemek için yeterli uzunlukta esnek bir alettir. Bu nedenle sıklıkla ülseratif kolitin ya da Crohn hastalığının yaygınlığını ve şiddetini değerlendirmek için kullanılmaktadır. Aynı zamanda barsak ameliyatı sonrasında anastomoz bölgesini (barsak bölümlerinin birleştirildiği yer) incelemek için de kullanılır. Eğer Crohn hastalığı tekrarlarsa, bu sıklıkla anastomoz hattında olmaktadır. Bu inceleme sırasında kolonun kesinlikle temiz olması gereklidir. İncelemeden önceki gün bol sıvı alınması zorunludur. Ayrıca barsak temizliği amacıyla bazı ilaçların alınması da gereklidir. Kolonoskopi yarım saat kadar sürebilir ve genellikle sedasyon altında yapılır.

Gastroskopi

Gastroskop fleksibl endoskopların en incesidir. Bununla, özofagus (yemek borusu), mide ve duodenum (ince barsağın ilk kısmı) ülserasyonlar ve inflamasyon yönünden incelenebilir. Gastroskopi aç karnına yapılan bir işlemdir. Gastroskopun yutulması, boğaza bir lokal anestetik sprey sıkılması ve sedatif ilaç verilmesi ile kolaylaştırılmıştır. Beş ile on dakika süren bu inceleme için sedasyon yapılması, kesinlikle, isteğe bağlıdır.

Kaynak: Anonim

İBH ve Beslenme

“Crohn hastalığında ve ülseratif kolitte beslenme” hasta kadar diyetisyen ve doktor için de zor bir konudur. Düzensiz barsak hareketleri, ishal, karın ağrısı, bulantı ve kilo kaybı gibi durumlar, hastaya hastalığının direk olarak beslenme ile ilgili olduğunu düşündürür. Bu nedenle bir çok hasta, aç kalma veya katı gıdalarla beslenme gibi uygun yeme ve içme alışkanlığının detaylı olarak belirlendiği kuralları bekler. Ancak, inflamatuvar barsak hastalıklarında, diyabet, lipid metabolizma bozukluğu ve gut gibi hastalıklardan farklı olarak, genelleştirilmiş bir beslenme kılavuzu yoktur. Her hasta farklıdır ve kurallar her hasta için belirlenmelidir. Hastalığın akut alevlenmelerinde beslenme, diyetin serbest bırakıldığı semptomsuz dönemlerden farklıdır. Ancak, alevlenmenin tekrarını önleyici veya tedavi edici etkisi olan bir diyet yoktur. Bütün inflamatuvar barsak hastaları için diyetlerine dikkat etmeleri önemlidir. Ancak, kurallar her hasta için değişiktir. İlaç, cerrahi girişim ve diğer destekleyici tedbirler yanında, beslenmenin düzenlenmesi bu hastalıkların tedavisinde başarının temel unsurlarından biridir. Doktoru ve deneyimli bir diyetisyen ile yakın ilişki, uygun diyet planı için hastaya yardımcı olacaktır. Bu kitapçık, inflamatuvar barsak hastalarına yönelik olarak hazırlanmıştır. Hastaların beslenmesi ile ilgili genel bilgileri ve sık sorulan soruların yanıtlarını içermektedir.

Crohn hastalığı ve ülseratif kolitin nedenleri bilinmemektedir. İkisinde de hastalığın nedeni beslenme değildir. Bununla birlikte her iki hastalıkta da bazı beslenme faktörleri vardır ki bunların hastalığın oluşmasında, gelişmesinde, klinik evresinde, sıklığında ve akut hastalık alevlenmelerinin şiddetinde rolü vardır. Birçok hastada yetersiz beslenme durumu ve kilo kaybı vardır. Aslında, inflamatuvar barsak hastalarının yaklaşık % 65-75’inde, özellikle Crohn hastalarında kilo kaybı görülür. Ayrıca hastaların %60-80‘inde kansızlık söz konusudur. Beslenme eksikliğinin önemli bir sebebi yetersiz gıda alımıdır. Bir çok hasta yemekten korkmakta, birşeyler yemenin kendisi için zararlı olduğunu, hiçbirşey yememesi gerektiğini düşünmektedir. Bazı hastalar da, çeşitli gıdalar rahatsızlık uyandırdığı için diyetlerini belirli yiyecek grupları için sınırlarlar. Ayrıca, akut atak sırasında besinlerin emilimi azalabilir ve hastalıklı barsak bölümünden protein kaybedilir. Hastalık alevlenmesi sırasında ishal, suyla beraber mineral ve vitaminlerin de kaybına neden olur. Yanlış yeme, içme hastalığın alevlenmesine neden olmaz. Hastalığın gelişmesi ve akut alevlenmelerin tetiklenmesi bir çok faktörle ilişkilidir.

Bildiğimiz kadarı ile, ne Crohn hastalığı ne de ülseratif kolit gıda allerjisi değildir. Yiyeceklerdeki allerji yapabilecek maddelerin de bu hastalıklardaki inflamatuvar aktiviteden sorumlu olması olası değildir. Bununla beraber, belirli yiyecek katkıları ve bazı karışımların, diğer faktörlerle beraber hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştırabileceğini gösteren bilgiler vardır. Ancak bu konuda da daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.

Her hasta için değişmekle birlikte, beslenme durumu hızla bozulma eğilimine girer. Günde 5, 10 veya hatta 20 kez ishal ile belirgin su ve elektrolit kaybı olduğu için yeterli miktarda sıvı alımı sağlanmalıdır. Su ve çay genellikle iyi tolere edilirken meyve suları (özellikle portakal suyu) iyi tolere edilmez. Çaya tuz ilave edilebilir. Koyu kahve ve koyu çay barsağın çalışmasını aşırı uyarır ve bu nedenle kaçınılmalıdır.
Genel durumu bozulan hastalarda uzman kadroların (doktor, diyetisyen, hemşire) düzenlediği bir program çerçevesinde beslenme desteği yapılmalıdır. Bu, bazı özel sıvı ürünlerin içilmesi veya tüple verilmesi yoluyla olabildiği gibi bazen damar yoluyla beslenme desteğine de ihtiyaç olabilir.

Hastanın durumunun kötüleştiği gözlenir gözlenmez normal diyetten sıvı diyete geçilirse, çoğu hastada hastaneye yatmaya gerek olmaz. Ancak, bazen sıvı diyetler yetmediğinde hazır oral nütrisyon ürünleriyle desteklemek gerekir. Bunun da yeterli olmadığı durumlarda tüple beslenme planlanmalıdır. Hastalar doktorları ile sıvı ve tüp beslenmenin evde ağız yoluyla veya gastrik tüp ile alınması konusunu görüşebilir. Sıvı veya tüple beslenmenin en önemli avantajı barsak mukozasının gereken bütün besinler ve aktif maddeler ile direk temasıdır. Hazır sıvı solüsyonların uzun süre hastanın odasında tutulmaması çok önemlidir. 12 saatten fazla açık kalan şişeler atılmalıdır. Sıvı solüsyonlar kapalı olarak buzdolabında muhafaza edilmelidir. Ancak, soğuk olarak tüketilmemelidir. Solüsyonun tüketilmeden 15 dakika önce buzdolabından çıkarılması önerilir.

Tüple beslenme için ip uçları:

    • Uzun süreli sıvı ile beslenme gerektiren hastalarda nazogastrik tüp yerleştirmek daha kullanışlı olabilir,
    • İlk gün 300-500 ml ile başlayıp, kademeli olarak ve yavaşça miktar artırılmalıdır,
    • Yeterli miktarda sıvı alındığından emin olmak gerekir,
    • Farklı aromadaki formüller kullanılabilir,
    • Laktoz içermeyen solüsyonlar tercih edilmelidir,
  • Günlük ihtiyacı karşılayacak dengeli ürünler seçilmelidir,
  • Yüksek osmolariteli ürünleri tolere etmekte sorun varsa, düşük osmolariteli ürünlere dönmek uygundur.

Damar yoluyla (parenteral beslenme), enteral beslenmenin yapılamadığı veya yetersiz kaldığı durumlarda besin ögesi içeren solüsyonların, santral ven kateteri yardımıyla direk kan dolaşımına verilmesidir. Böylece mide ve barsak sistemi tamamıyla dinlenir. Bu durumun, hem avantaj hem de dezavantajı vardır. Barsak hücrelerinin fonksiyonlarını yitirmesini önlemek için, hastalar mümkün olan en kısa zamanda, parenteral beslenmelerine ilave olarak oral veya tüp ile beslenmeye başlatılmalıdır. Parenteral beslenme, bazı durumlarda belirli koşullar sağlanarak evde uygulanabilir.

İlk günlerde, oral gıda ile hastanın enerji ve protein gereksinimlerini tamamen sağlamak mümkün olmayacaktır. Bu nedenle parenteral veya enteral beslenmeye de devam edilmelidir. Sıvı oral destek solüsyonları her hastada kullanılmalıdır. Normal diyete dönüş daima kademeli olmalı, lif ve şeker az olmalı ve laktoz içermemelidir.

Hastanelerde, inflamatuvar barsak hastalarına hafif diyet verilir. Bu diyete taburcu olduktan sonra devam etmek gerekli değildir. Birçok hastanede, Crohn ve ülseratif kolitli hastaların diyeti şeker veya laktoz içermez, margarin yerine tereyağı kullanılır. Buna ihtiyaç olduğu sürece devam edilebilir ancak bu süre mümkün olduğunca kısa olmalıdır. Hastanın genel durumunda düzelme ve inflamasyon belirtilerinin gerilemesinden sonra normal diyete geçilebilir.

Hastalar açık çay, peksimet, yulaf veya beyaz ekmeğe başlayabilir. Bunlar tolere edilirse, pişirilmiş meyve ve sebze, patates, pirinç, makarna az yağlı peynir, biftek, kümes hayvanları ve balığa geçilebilir. Son olarak da tereyağı, margarin, sıvı yağ, et ve peynir ilave edilir. Bunlarda da sorun yoksa artık hasta tümüyle normal diyete dönebilir.

Normal diyete geçiş

  1. Çay (şekerli), peksimet, beyaz ekmek, yulaf,
  2. Reçel, bal, pişirilmiş meyve / sebze (gerekirse
  3. süzülmüş), patates (gerekirse ezilmiş), pirinç, makarna,
    • Biftek, süt, süt ürünleri, balık, kümes hayvanları, beyaz peynir,
    • Tereyağı, margarin ve sonra hafif normal diyete geçiş.

Hiç kimse, hangi yiyeceği tolere edip edemeyeceğini veya hangisinin karın ağrısı, ishal veya şişkinlik gibi yakınmalara sebep olacağını söyleyemez. Ne doktorunuz, ne diyetisyeniniz, ne de bir başka hasta, kitap veya başka bir şey sizin toleransınızın nasıl olacağını söyleyemez. Bunu kendiniz bulmalısınız.

Detaylı beslenme günlüğü bu konuda yardımcı olabilir. Uzun süreli olarak ne ve ne zaman yediğinizin kaydını tutmalısınız. Barsak hareketleri, karın ağrısı, şişkinlik gibi yemekle ilgili değişiklikleri ve tam zamanlarını da bu notlara ilave etmelisiniz. Bunu yaparsanız, kısa sürede neleri tolere etmediğinizi belirleyebilirsiniz. Bu besinlerden kesinlikle kaçınınız! Birkaç hafta sonra yiyecekleri tekrar test edebilirsiniz.

Genellikle iyi tolere edilemeyen besinler şunlardır: Baklagiller, çiğ sebzeler, meyve suyu (özellikle turunçgillere ait meyve suları), lahana, soğan, yağlı ve asitli besinler ve süt (laktoz intoleransı). Yine de verilebilecek genel öneriler yoktur. Her hastanın reaksiyonu farklıdır.

Bütün inflamatuvar barsak hastalarına en önemli tavsiye:
Tolere edebildiğiniz her şeyi yiyin fakat beslenme günlüğü tutun!

İnflamatuvar barsak hastaları sağlıklı insanlar gibi günde en az 1,5 litre sıvıya ihtiyaç duyarlar. Akut alevlenmelerde ishal ile kaybedilenin yerine koymak için daha fazla sıvı tüketilmelidir. Bu sırada gözlenen kilo kaybının nedeni artan sıvı kaybıdır. Meyve suları (özellikle turunçgillerin suları) birçok hastada barsağı irrite eder. Koyu kahve ve çay barsak hareketlerini artırır ve ishali uzatabilir veya şiddetlendirebilir. Alkollü içecekler, inflamatuvar barsak hastaları için problemdir. Bununla birlikte, alkol ile inflamatuvar barsak hastalığı gelişmesi arasında bir ilişki yoktur.

Crohn hastalığının akut atağını yaşayan hastalarda sık olarak laktoz (süt şekeri) intoleransı gelişir. Laktaz aktivitesi inflamasyon nedeni ile azalabilir ve bu laktozun glikoz, galaktoz gibi şeker bileşimlerine parçalanmasında azalma ile sonuçlanabilir. Laktoz, ince barsak mukozasında üretilir ve laktaz enzimi tarafından parçalanır. İnflamasyonun olduğu membran daha az laktaz üretir.

Bu, barsağın alt kısımlarına daha çok laktoz ulaşmasına neden olur ve daha fazla su tutulur. Barsaktaki bakteri laktoz tüketir ve barsak hareketlerini artıran laktik asit gibi asitleri üretir. Barsak hareketlerinin ve su içeriğinin artmış olması ishalle sonuçlanır. Akut alevlenmelerde, ishalin daha çok artmasını önlemek için süt, süt ürünleri, puding, tart, hazır yiyecekler veya çikolata gibi sütle yapılmış yiyeceklerden kaçınılması önerilir. Normal diyete laktoz içermeyen yiyecekler ile başlanmalıdır. İnflamatuvar barsak hastalarında laktoz intoleransı genel popülasyona göre sıktır.

Laktozun akut alevlenmelerde tolere edilememiş olması, bunun semptomsuz dönemlerde de devam edeceği anlamına gelmez. Ama yine de bazı hastalarda kalıcı laktoz intoleransı görülebilir.

Laktoz intoleransında öneriler:

  • Süt, süt ürünleri ve bunlardan yapılmış yiyeceklerden kaçınılmalı.
  • Ekşitilmiş süt ürünleri (yoğurt ve peynir) genellikle tolere edilir.
  • Kendinizin laktoz toleransınızı test edin.
  • Gerekirse laktaz takviyesi yapın.

Süt proteinin ülseratif kolitte önemi çok büyüktür ve süt proteini toleranssızlığı ülseratif kolitte Crohn hastalığından daha sık görülür. Birçok hasta süt proteinini iyi tolere edemez ve bu nedenle bundan kaçınmalıdır. Sütte, süt ürünlerinde ve birçok hazır yiyecekte bulunur. Bilimsel çalışmalar süt proteini içermeyen diyetleri tüketen hastalarda akut alevlenmelerin daha çabuk gerilediğini ve hastalığın yeniden başlama oranının daha düşük oluğunu göstermiştir. Bu nedenle, hastalar akut alevlenmelerde süt proteini içermeyen diyetler tüketmelidirler.

İstatistikler, Crohn hastalarının bebeklik döneminde inek sütü aldıklarını göstermektedir. Anne sütü tüm çocukları inflamatuvar barsak hastalıklarına karşı korur.

Kimyasal olarak değiştirilmiş yağların, yani margarinlerin Crohn hastalığını ilerlettiğine ait bazı tahminler vardır. Bu iddia margarin tüketimi ile hastalık sıklığı arasındaki pozitif ilişkiyi rapor eden çalışmalara dayanır. Örneğin, İsviçre Avrupa’da en çok margarin tüketimi olan yerdir ve aynı zamanda Crohn hastalığının da en sık görüldüğü yerdir. Diğer taraftan Fransa en az margarin tüketildiği ve Crohn hastalığının daha az saptandığı ülkedir.

Bu soru cevaplanıncaya kadar, hastalar margarin yerine tereyağı kullanmayı düşünebilir. Tereyağ az miktarda laktoz ve süt proteini içerir. Kızartma için hidrojenle doyurulmuş yağlar (hindistan cevizi, palmiye yağı) yerine sebze yağları (mısır, ayçiçeği, zeytinyağı veya soya yağı) tercih edilebilir.

Bitkilerde bulunan lif veya kabuklar sindirimi zor fibrinli maddeleri kapsar. Çalışmalar, fazla miktarda liften zengin diyet tüketen hastalarda (özellikle ülseratif kolitte) hastalığın tekrar meydana gelme sıklığının daha düşük olduğunu göstermektedir.

İnflamatuvar barsak hastalığının gerçek sebebi bilinmezken, tartışılan birçok muhtemel sebepten biri diyette azaltılan lif içeriği ve rafine edilmiş şeker tüketim miktarının artmış olmasıdır.

Lifli diyetin pozitif etkilerinin nedenleri açık değildir. Lif, barsaktaki vücut için toksik olan maddelere bağlanır ve emilmelerini engeller.

Liften zengin diyet ürünleri; kepekli tahıl ekmeği, lahana, muz, pişirilmiş sebze ve meyveler, ezilmiş patates, elma sosu, iyi öğütülmüş un ve bundan yapılmış ekmek gibi yiyeceklerdir.

Ancak, ince barsakta daralmış bir saha varsa barsak, içeriğini ileriye itebilmek için daha kuvvetle kasılmak zorundadır. Bu da kramp tarzında karın ağrısına neden olur. Bu nedenle darlık olan hastalarda lifli gıdalar pek fazla önerilmez.

Bazı besin lifleri prebiyotikler olarak bilinir. Birçok süt ürünü, özellikle yoğurt prebiyotik içerir. Prebiyotikler normal bakterilerin, maya ve patolojik bakterilerin aşırı çoğalmasını önlemesine yardımcı olur. Prebiyotikler barsak florasını destekler, barsak bağışıklık sistemi ve barsak hücrelerine yardım eder.

Probiyotikler mide ve barsak pasajı boyunca yaşamını sürdüren bakterilerdir. Kalın barsağa ulaşabilir ve orada yaşayabilirler. Burada, barsak duvarlarına yerleşerek, onu patolojik mikroorganizmalara karşı korurlar. Probiyotikler Crohn hastalığı ve ülseratif kolitin tedavisinde faydalıdırlar.

Birçok çalışma, Crohn hastalarının normal insanlardan çok daha fazla şeker ve şeker içeren ürünleri tükettiklerini göstermektedir. Ama birçok hasta şekeri iyi tolere edemez. Şeker, barsak mukozasının geçirgenliğini artırır. Bu da toksik ve allerji maddelerinin emilimini artırabilir.

Her hasta, az şekerli diyet ile yakınmalarının nasıl etkilendiğini test etmelidir. Genelleştirilmiş öneriler yapılamaz. Şekerin kendisi veya şeker içeren gıdalar İBH‘nın nedeni ya da kötü gidişin sorumlusu değildir. Ancak akut alevlenmelerden sonra normal diyete dönüş her zaman şekersiz olmalıdır.

Birçok çalışmada, balık yağının inflamasyonu azaltıcı sonuçları gösterilmiştir. Bu etki ülseratif kolitte, Crohn hastalığına göre daha çok görülmüştür. Temel sorun yüksek miktarda (yaklaşık 10 g’lık kapsül) balık yağı tüketilmesinin nasıl olacağıdır.

Genel anlamda, hastalara balık yağı kapsülleri yerine haftada iki, üç kez balık yenilmesi önerilebilir. Somon, ringa balığı gibi balıklar kolayca sindirilir. Bunlar omega- 3 yağ asitleri ve yüksek protein içerirler.

Çinko eksikliğine, Crohn hastalarında ülseratif kolitli hastalardan daha çok rastlanır. Çinko eksikliği, tablet, kapsül veya parenteral uygulanan beslenme solüsyonları ile giderilebilir. Çinko kullanımının, iltihabi olaylara faydalı etkisi vardır ve vücudun bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Çinko esas olarak dışkı ile kaybedildiğinden, ciddi ishal vakalarında sorun olabilir. Çinko takviyesi ishal iyileşmesini hızlandırır.

Çinkodan zengin diyet uygulanması, sadece birkaç yiyeceğin yüksek miktarda çinko içermesinden dolayı zordur. Bunlar et ve istiridyedir. Bitki içerikli besinler genellikle az çinko içerir ve genellikle de çinko emilimini engellerler.

 

Bütün hastalar, hastalığın alevlenmemesi için beslenmeyle ilgili alınması gereken önlemler konusunda bilgilenmek ister. Ancak, inflamatuvar barsak hastalarında inflamasyonun yeniden meydana gelmesini önleyecek bilinen bir diyet veya beslenme formu yoktur. Sulfasalazin alan hastalarda folik asit absorbsiyonu azalır, bu nedenle bu hastalarda folik asit ilavesi yararlıdır.

Semptomsuz dönemlerde beslenme önerileri:

  • Besin ihtiyaçlarınızı karşılayacak kadar yiyin (vücut ağırlığının her kg’ı için 38-45 kcal, yüksek proteinli yiyecekler, vitamin ve mineraller)
  • Tolere ettiğiniz her şeyi yiyin (Beslenme günlüğü kullanarak yiyeceklere toleransınızı test edin)
  • Lifden zengin yiyecekleri çok yiyin
  • Hiç şeker kullanmayın (kullanacaksanız da az olsun)
  • Beyaz unla yapılmış ürünlerin yenmesini sınırlayın (beyaz ekmek gibi)
  • Doymuş yağlardan kaçının (margarin)
  • Laktoz toleransızlığı varsa laktozdan kaçının
  • Düzenli balık yiyin

 

Doğru vücut ağırlığı önemlidir.

Beslenmenin iyi durumda olması, genel sağlık durumunun iyi gitmesine yardımcıdır. Beslenme durumu iyi olan hastalar, inflamasyonun etkilerine karşı malnütrisyonlu hastalardan daha iyi dayanırlar. Hastaların kilosu, normal ağırlıkların % 20’sinden düşük olmamalıdır.

Kilogram olarak normal ağırlık = Boy(cm)-100
(Broca İndeksi)

Örnek: Boy = 176 cm Normal ağırlık= 176-100=76

Çok kısa veya çok uzun şahıslarda normal ağırlık Broca indeksine göre hesaplanırsa bulunan değer çok düşük veya çok yüksek bulunabilir. Broca indeksi sadece uzunluğu 160 – 190 cm olan hastaların normal ağırlığını belirlemede kullanılmalıdır.

Enerji gereksinimleri:

Her bireyin enerji gereksinimi yaş, cinsiyet, fiziksel aktivite durumu, ağırlık ve uzunluk gibi faktörler nedeniyle farklılıklar gösterir. İnflamasyon varlığı enerji gereksinimini artırır.

Crohn ve ülseratif kolitli hastalarda enerji ihtiyacı aşağıdaki formülle kolayca hesaplanabilir.

Kg olarak vücut ağırlığı x 38
(normal kilolu hastalarda semptomsuz dönemlerde)

Kg olarak vücut ağırlığı x 45
(akut alevlenme sırasında veya düşük kilolu semptomsuz hastalarda)

= Günlük enerji gereksinimi (kalori = kcal)

Protein gereksinimleri:

İnflamatuvar barsak hastaları daha çok proteine ihtiyaç duyar. İBH hastaları vücut ağırlıklarının her kilosu için yaklaşık 1,2 gr protein tüketmelidir.

Yüksek proteinli yiyecekler:

  • Et (çiğ etin her 100 gramında 20-25 g protein)
  • Balık (çiğ balığın her 100 gramında 20-28 g protein)
  • Kümes hayvanları (her 100 gramında 22-28 g protein)
  • Yumurta (1 yumurta 7 g protein sağlar)
  • Süt ve süt ürünleri (1 bardak süt veya bir kap yoğurt 5 g, bir dilim peynir 5-10 g protein sağlar)
  • Diyet makarna (soya yağıyla pişirilmiş, 100 gramında 7 g protein)

Başlama Listesi:

Hastalık tanısı konduktan sonra öncelikle yapılması gereken şey dokunan gıdaların saptanması olmalıdır. Yediğinizde veya içtiğinizde ishal, karın ağrısı, bulantı, şişkinlik yapan gıdaları saptayınız. Böyle bir liste oluşturabilmek için aşağıdaki başlama listesinden gıdalarınızı seçiniz. Bunların arasında size dokunanları listeden çıkartın.

Ekmek, yağsız beyaz peynir, bal, iyi pişmiş et, tavuk, balık, pirinç pilavı, az yağlı makarna (salçasız kıyma, beyaz peynir eklenebilir), haşlama patates, haşlanmış sebze, komposto, açık çay.
Bunlardan yakınmanız yok ise yumurtayı deneyebilirsiniz. Dışkı sayısı ve miktarınız arttı, karnınızda şişkinlik, ağrı oldu ise yumurtayı listenizden çıkartırsınız. Yavaş yavaş aynı yöntemle gıdaları deneyip, dokunmayan gıdalardan bir liste yapabilirsiniz. Nohut, kuru fasulye, mercimek, çiğ sebze, portakal, mandalina, greyfurt, limon, turşu, lahana, soğan, yağlı ve kızarmış gıdalar baharatlar, gaz ve şişkinliğe neden olabilir. Koyu kahve ve çay barsak hareketlerini artırır. Bu gıdalardan kaçınmanız uygun olur. Süt ve sütlü besinler ishal veya şişkinlik yapıyorsa diyetinizden çıkartmanız gerekecektir. Unutmayın ki size süt, sütlaç, muhallebi dokunurken yoğurt dokunmayabilir. Sizin bunu deneyerek bulmanız gerekecektir.

Salata için başlangıç diyetini uygularken, soyulmuş domatesten başlayın. Sonra çeşitlendirebilirsiniz. Meyvelerinizi kabuğunu soyarak yiyin ve sert olmamalarına özen gösterin.

Hastalığınız zaman zaman alevlenebilir. Bu dönemlerde gıdanıza özen göstermeniz ve başlangıç listesine dönmeniz gerekebilir.

Kortizon kullanıyorsanız kilo artışınız olacaktır. İlaç aldığınız sürede tuzu azaltır veya keserseniz ilacın bu etkisi azalacaktır.

Kaynak: Anonim

İBH’da Ekstraintestinal Bulgular

İNFLAMATUVAR BARSAK HASTALIKLARINDA EKSTRAİNTESTİNAL BULGULAR

İnflamatuvar barsak hastalıkları (İBH) hakkındaki ilk bilgiler 18. yüzyıl da düzenli olarak bildirilmeye başlamıştır. 1909 yılında Hawkins Ülseratif Kolit’i (ÜK), 1917 yılında Crohn ve Oppenheimer ; Crohn Hastalığın’ı (CH) modern anlamda tanımlamışlardır. Ancak bu dönemdeki bilgilerimiz “CH için terminal ileuma lokalize inflamatuvar karekterli olduğu” gibi son derece sınırlı idi. 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren İBH’nın sistemik özellikler gösterdiğinin farkına varılmıştır. Genetik, moleküler biyoloji , immunoloji gibi dallarda olağan üstü gelişmeler sonucu İBH’nın gastrointestinal sistem dışı (ekstraintestinal) belirtileri daha iyi anlaşılmış ve sınıflandırılmıştır.

EKSTRAİNTESTİNAL BELİRTİLER NEDİR ?

ÜK ve CH temel olarak gastrointestinal sistemi (GİS) ilgilendiren hastalıklardır. İBH’ı ile ilişki kurulabilen, başlıca iskelet, eklem, cilt, göz , vasküler gibi alanlarda ortaya çıkan bulgulara ekstraintestinal belirtiler (EİB) adı verilir. Bu bulgular hastalığın klinik aktivitesi ile ilişkili olabileceği gibi, ondan tamamen bağımsız olabilir. Hatta örneğin ÜK olgularında hastalıklı bölgenin ortadan kaldırılması (total kolektomi) hastalığın aktivitesi ile ilişkisiz ekstraintestinal bulguları (EİB) etkilemez. Hastalığın aktivitesi ile ilişkili olanlar (ör ; çevresel eklem bulguları vb.) temelde yatan hastalığın remisyona girmesi ile düzelir. Bazıları (ör ; primer sklerozan kolanjit gibi) barsak hastalığı ortaya çıkmadan yıllar önce gelişebilir. Karaciğer, safra yolları ve pankreas bezi gibi GİS ekleri de İBH seyri esnasında hastalığa katılabilir. İBH’nın klinik gidişi esnasında gelişen safra taşı, genito-üriner bulgular, amiloidoz ve malabsorbsiyona bağlı metabolik sonuçlar da bazı klinisyenlerce EİB olarak değerlendirilmektedir. EİB’ın varlığından söz etmek için, İBH tanısının kesin olması, steroid, 5-ASA türevleri, immunsupresan ilaçlara ait yan etkilerin iyi tanınması, Behçet, vaskülitler ve Yersinia, Campylobacter gibi sistemik belirtiler ortaya çıkrabilecek infeksiyon hastalıklarının elimine edilmesi gerekmektedir.

Geniş hasta serilerinde EİB toplam sıklığı % 25 – 36 arasında değişmektedir. Olguların ¼ ‘ünde birden fazla (multipl) EİB bir arada olabilir. En sık karşılaşılan; eklem – cilt – göz üçlüsüne ait bulgulardır. EİB daha çok CH’da görülür. CH ile ilişkili EİB kolon tutulumlu olgularda daha fazla rastlanır. Bu olguların yaklaşık % 20’sinde perianal hastalık mevcuttur.

EKSTRAİNTESTİNAL BULGULAR’ın NEDENİ

Çeşitli farklı mekanizmalarla EİB gelişimini açıklanmaya çalışılmıştır. Bunlar ;
1. Bakteriyel antijenler ; İBH’da intestinal luminal antijenlere artmış bir geçirgenlik söz konusudur. İmmun sistem ile karşılaşan bakteriler yada bakteriyel ürünler (lipopolisakkaridler, formile oligopeptidler, peptidoglikanlar) inflamatuvar bir reaksiyona yol açar. Bakteriyel yapılar ile ortak antijenik yapıları taşıyan biliyer ağaç, sinovyum, cilt, göz gibi ekstraintestinal alanlara immunolojik reaksiyon gelişir ve klinik tablolar ortaya çıkar. Belli genetik yükü taşıyan bireylerde daha spesifik EİB ortaya çıkabilir. Örneğin HLA B 27 doku grubu taşıyan bireylerde aksiyal artropatiler ortaya çıkabilir.
2. “Cryoprotein”ler ; CH ve ÜK olgularında nekrotik cilt lezyonları bulunan olgularda saptanmıştır. Ancak diğer EİB’da kriyoproteinler saptanamamıştır.
3. İmmun kompleksler ; Serum hastalığı bulguları ile EİB’ın benzerliği dikkate alındığında patogenezde immun komplekslerin rolü olabileceği düşünülmüştür. Kolonik epitelde 40 kDA’luk bir antijenin komplemanı aktive etttiği bulunmuştur. Aktive olmuş kompleman komponentleri direkt hasar oluşturmamasına karşın, nötrofil, mast hücresi gibi hücreleri ortama çekerek nonspesifik doku hasarı yaratırlar.

İBH’da EKSTRAİNTESTİNAL BULGULAR

Aktivite ile ilişkisi kesin olanlar Genellikle aktivite ile ilişkili
Periferal artropati Pyoderma gangrenosum
Eritema nodosum Anterior üveit
Episklerit
Ağızda aftöz ülserler
Yağlı karaciğer

Aktivite ile ilişkisiz Nadir EİB
Sacroileitis Perikardit
Ankilozan spondilit Sweet’s sendromu
Primer sklerozan kolanjit

İSKELET SİSTEMİ BULGULARI

İBH’da en sık görülen EİB artrittir. Olguların % 20’sinde tesbit edilir. Kolitik, enteropatik artrit ve aksiyal artropati olmak üzere iki değişik biçimde bulunur.

Colitic arthritis , İBH’nın kolonu tutan formlarında (ÜK, granülomatöz kolit gibi) çok daha sık görülür. Genellikle büyük eklemlerin gezici artriti şeklindedir. En sık diz, dirsek, ayak bileği, kalça tutulur. Birden fazla eklem tutulabilir. Tutulan eklem ağrılı, şiş, inflame görünümdedir. Genellikle genç erişkinlerde görülür. Cins ve hastalığın yaşı ile ilişkisi yoktur. Ancak hastalığın aktivitesi ile ilişkilidir. Kendi kendini sınırlar, 6 –12 hafta sürer. Sekel bırakmadan iyileşir. Cilt ve oküler lezyonlarla birlikteliği olabilir. Periferik artrit, iritis ve eritema nodosum triadı (üçlüsü) özellikle çocuklarda saptanır. İBH’nın tedavisi ile yakınmalar ortadan kalkar. Ancak yüksek doz steroid kullanan olgularda artrit semptomları ortaya çıkabilir. Bu olgularda steroid dozu azaldığında artrit semptomları ortadan kalkar.

Aksiyal artropatiler ; ankilozan spondilit ve izole sakroileit olmak üzere iki formdadır. Ankilozan spondilit İBH olgularının % 2 – 6 ‘sinde bulunur. Başka bir açıdan ifade edilir ise tüm ankilozan spondilitli hastaların % 10 – 20’sinde ÜK saptanır. Erkeklerde daha fazla görülür. Ancak kadınlar olguların % 40’ını oluşturur. Yavaş gidişlidir. Hastalığın aktivitesi ile ilişkisizdir. İBH’nın ortaya çıkışından yıllar önce tesbit edilebilir. Sırt ağrısı, sabah tutukluğu, siyalji, hareket kısıtlığı ve özel vucut postürü klinik bulgulardır. Aort kapağı yetersizliği ve A – V ileti bozuklukları görülür. HLA B27 doku grubu taşıyan hastalarda daha sık rastlanır.

İzole sakroileitis ; İBH olguların yaklaşık % 3’ünde görülür ve asemptomatik olabilir. Spondilartrite ilerlemez. HLA B27 doku grubu ile ilişkisi yoktur. Aksiyal artropati tedavisinde ; ekzersiz programları, salisilatlar ve nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar yararlı olabilir.

Clubbing (çomak parmak), ağrısız el ve ayak parmaklarının uç bölgelerinde çomaklaşmadır. Genellikle baş parmaktan başlar,simetriktir. İBH’da hastalığın aktivitesi ile ilişkili olup, remisyon dönemlerinde geriler. CH ile daha fazla birliktelik gösterir.

Hipertrofik osteoartropati ; çomaklaşma, periostosis, yeni kemik oluşumu,sinovit ve otonomik disfonksiyon (avuç içi ve ayak tabanlarında terleme)ile giden bir tablodur. Ayrıca omurgada, ellerde, kollarda, bacaklarda künt ağrı tabloya eşlik eder.CH ile daha fazla birliktelik gösterir. Hastalığın aktivitesi ile ilişkilidir.

Osteoporoz ve osteomalasi ;Daha çok uzun süreli kortikosteroid kullanımı, hareketsizlik, sigara içilmesi, ince barsak hastalığı ve ince barsak rezeksiyonlarının sonucu olarak ortaya çıkar. Bu nedenle EİB’dan çok metabolik sonuç olarak kabul edilmelidir. Yaygınlığı hakkında tam bir rakam vermek olanaksızdır. Ayrıca postmanpozal dönemdeki kadınlarda östrojen düzeyinde azalmalarda osteopeni’ye katkıda bulunmaktadır. İBH’da daha çok kemiğin miniralizasyon bozukluğu yani osteoporoz görülür. Klinik bulgu olarak genellikle sırt ağrısı, omurgada çökme kırıkları, kifozis ile kendini gösterir. İBH olgularının serum Ca++,fosfor, idrarda Ca++, alkalen fosfataz düzeyleri takip edilmeli, kemik mineral dansitogramları çekilmelidir. Tedavide ; hastanın yaşam biçiminde değişiklik , ekzersiz önerileri, sigarayı bırakma, güneş ışığı ile daha fazla temas, postmanapoz dönemindeki kadınlara östrojen desteği gerekir. Ayrıca hastanın beslenmesini düzenlemek, kalsiyum,fosfor, K vitamini , florür desteği yapmak gereklidir.

CİLT ve MUKOZA BULGULARI

Oral lezyonlar ; aftöz stomatit en sık rastlanan EİB’dandır. Dilde, yumuşak damakta, yanak mukozasında görülür. CH’da daha sık olup, hastalığın aktivitesi ile paralellik gösterir. Hastalık remisyona girdiğinde silinirler. Bazen kortikosteroidli topikal ajanlar tedavide kullanılır.
CH olguların çok az bir bölümünde oral mukozanın granülomatöz tutulumu olabilir.Ancak çok nadirdir.

Dermatolojik bulgular ; İBH olgularımda 40’tan fazla cilt bulgusu bildirilmiştir. Eritema nodosum , pyoderma gangrenosum en sık görülen cilt bulgularıdır. Eritema multiforme, ekzema ve ürtiker daha az sıklıkla görülür.
Eritema nodosum ; Aslında eritema nodosum bir çok sistemik hastalık gidişinde ve ilaç kullanımı olarak belirmektedir. ÜK olgularının % 4’ünde , CH’nın % 15’inde saptanır. Çocuklarda en sık görülen ekstraintestinal bulgudur. Hastaklığın aktivitesi ile yakın ilişkisi vardır, ama hastalığın şiddeti ile ilişkisizdir. Bazen aktiviteden hemen önce saptanabilir. Genellikle periferik artropati ile birliktelik gösterir. Karekteristik olarak tibia ön bölgede bulunur. Ciltten kabarık , duyarlı,kırmızı renkte, birkaç cm boyutunda, günler içinde rengi solan, kahverengine dönerek kaybolan cilt lezyonudur. Histolojik olarak vaskülit şeklindedir. İBH’nın tedavisi ile ortadan kalkar. Özel bir tedavi gerektirmez.
Pyoderma gangrenosum ; ÜK ‘te CH’na göre çok daha sık olarak tesbit edilir. Ancak çok sık EİB değildir, tüm kolon tutulumlu hastaların ancak %2’sinde görülür. Tesbit edilen olguların çoğunda barsak hastalığı aktif olmasıkna rağmen, aktivite ile tam bir ilişki ortaya konamamıştır. Çünkü pyoderma gangrenosum kolektomi sonrası bile gelişmektedir. Pyoderma genellikle uzun süreli barsak hastalığı olan olgularda saptanmaktadır. Travmaya açık bölgelerda daha sık gelişmektedir. Alt ekstremitelerde, yüzde ve oral kavitede,özellikle alt dudakta kutanöz ülserasyon olarak başlar. Daha sonra genişler, derinleşir, kenarları ilerler, ortası nekrotikleşir ve infekte olur. Tedavide, topikal yada sistemik steroidler, immunsupresan ilaçlar kullanılabilir. Kolektomin’nin hastalık üzerine etkisi tam belli değildir.

Metastatik CH ; Ciltte nonkazeifiye granülomlar görülebilir. Bu lezyonlar eritematöz nodüller,plaklar ya da ülserler şeklinde görülebilir. Lezyonlar yüz,kollar,alt ekstremiteler, vulva da yerleşebilir. Tedavisinde sistemik steroidlerden yararlanılır.

OKULER (GÖZ) BELİRTİLER

İBH’ında göz bulguları % 5 – 8 arasında tesbit edilmektedir. Hastalar gözde yabancı cisim hissi, ağrı, ışığa duyarlılık,görme azalması ile hekime başvururlar. Taın direk inspeksiyon, yarık lamba muayenesi, fundoskopi, flourescence anjiografi ile koyulur. Çocuk yaş grubunda erişkinlere göre biraz daha sıktır (% 6.2). Çocuklarda daha çok CH ile ilişkili ve kolon lokalizasyolu olgularda saptanır. Aktivite ile tutarlı bir ilişkisi yoktur.

Episklerit ; daha çok CH’da ve % 3-4 oranında saptanır. Semptomlar genellikle hafif olup, gözde yanma,duyarlık ve kaşıntı hissi ile birliktedir. Hastalığın aktivitesi ile ilişkili olup, topikal steroidlere iyi yanıt verir.

Üveit ; çok daha ciddi bir belirtidir. % 0.5 – 3 arasında saptanır. Kolonik hastalığa öncülük edebilir, hastalığın aktivitesi ile ilişkili olabilir. Artrit, stomatit ve eritema nodosum ile birlikte olabilir. Bazı hastalar belirtisiz olsa da baş ağrısı,görmede bulanıklaşma klinik bulgulardır. Yarık lamba ile muayenede ön kamarada inflamatuvar değişiklikler görülür. İBH’nın tedavisi, topikal steroidler ve skloplejikler ile tedavi edilir.

CH’da spesifik keratopati görülebilir. Ayrıca yağda eriyen vitaminlerden A vitamininin malabsorbsiyonuna bağlı olarak gece körlüğü, göz yaşı eksikliği, kronik steroid kullanımına bağlı katarakt ve glukom saptanabilir.

BRONKOPULMONER BELİRTİLER

İBH ile ilişkili pulmoner patolojiler son derece seyrektir. Sıklığı hakkında veri yoktur. ÜK olgularında CH’na göre daha sık saptanmıştır.
1. Fibrozing alveolitis ; daha çok 5-ASA kullanımı ile ilişkilidir.
2. Pulmoner vaskülitis
3. CO2 diffüzyon kapasitersinde azalma en sık rastlanan patolojilerdir.
Literatürde iki olguda histopatolojik olarak pyoderma gangrenosum görüntülü pulmuoner bulgular saptanmıştır.
Hastalarda tedaviye yanıtsız kronik prodüktif , bazen kuru öksürük, dispne ve plöretik ağrı saptanır. Pulmoner bulgular ile hastalığın aktivitesi arasında kesin bir ilişki gösterilememiştir.

PERİKARDİT
Çok nadir olarak saptanır. 5- ASA, steriod kullanımı gereğinde perikardiyosentez uygulanır.

VASKÜLER KOMPLİKASYONLAR

İBH olgularında hem arteriyal hem de venöz trombus riski artmıştır. Otopsi serilerinde % 39 gibi yüksek bir rakam bildirilmesine karşın klinik bulgu verel olgu sayısı % 1 – 3 oranındadır. Genellikle derin venöz trombus ya da pulmoner tromboembolizm bildirilmiştir. Genellikle CH’da ve aktif hastalık ile birliktedir. Serebrovasküler, koroner, mesenterik, periferik arteriyel ve venöz trombus saptanabilir.

İBH’da tromboembolik olaylara eğilimi arttıran faktörler ; dehidratasyon, uzun süreli hareketsizlik yanında vaskülitik değişiklikler ve İBH’nın kendi doğasından gelen değişikliklerdir. İBH’da aktif dönemde trombositoz gelişmektedir. Ayrıca Antitrombin III, protein S gibi doğal antikoagülanlar azalmakta, faktör V,VII ve VIII aktivitesi artmakta, bazı olgularda antifosfolipid antikorları pozitifleşmektedir.

ÜROGENİTAL KOMPLİKASYONLAR

Genitoüriner komplikasyonlar arasında metabolik nedenli üriner trakt taşları ve inflamatuvar komplikasyon olarak retroperitoneal abse, fibrozis ureteral obstrüksiyon ve fistül oluşumu sayılabilir.

Nefrolitiasis ; Böbrek taşı CH’da % 6 – 18 gibi yüksek sıklıkta, özellikle ileal hastalığı olan ya da bu bölgesi rezeke olan olgularda görülür. ÜK olgularında böbrek taşı yaklaşık % 2 -3 sıklıkta görülür. Genellikle kalsiyum oksalat, daha az sıklıkls ürat taşları saptanır. İnce barsak nedenli malbsorbsiyon kolona artmış serbest oksalat gelişine neden olur. Özellikle inflame kolondan emilen oksalat böbrekte taşlara neden olur.
Gastrointestinal sistemden büyük miktarda sıvı kaybı sonucu idrar asidifikasyonu artar ve ürat taşlarına eğilim ortaya çıkar. Ayrıca diyare, üriner Na atılımı azalması, Na emilim bozukluğu, uzamış yatak istirahati,uzun süreli kortikosteroid kullanımı da taş gelişimine katkıda bulunur.
Böbrek taşlarından korumak için ; oral sıvı alımı teşvik edilmeli, eğer aşırı sıvı kaybına neden olan diyare var ise antidiyareikler kullanılmalı, üriner kanal infeksiyonları hemen tedavi edilmelidir.

İBH’da ayrıca renal amiloidoz, kronik interstisyel böbrek hastalığı, tartışmalı da olsa glomerulonefrit gelişebileceği bildirilmiştir. Bunların bir kısmı hastalığın kronikliği ile ilişkili iken bir bölümü de 5 – ASA gibi tedavide kullanılan ilaçlara bağlı olabilir.

Obstrüktif ve inflamatuvar olaylar özellikle CH’da retroperitonu etkileyerek hidroüreter ve hidronefroza neden olmaktadır. Üreteral obstrüksiyon inflamatuvar olayın ortadan kalkması ile gerileyebilmektedir. Eğer persiste eden inflamatuvar bir proçes mevcut ise cerrahi girişim düşünülebilir.

Mesane ve genital komplikasyonlar CH’da uzun yıllardır bilinmektedir. Hastalıklı barsak alanından direk fistülleşme nedeniyle ortaya çıkar. İdrar sıklığında artma , idrar yanması, pnömatüri, fekal materyelin idrarla ya da vaginadan boşalması ile kendini belli eder. Uterusun mekanik engelleyici etkisi nedeniyle mesane fistülü daha çok erkeklerde izlenmektedir. Tedavide , yoğun antibiyotik kullanımı, antiinflamatuvar tedavi ve düzeltici cerrahi girişimler yapılmaktadır.

Kaynak: Anonim

İBH ve Hamilelik

Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı sıklıkla genç yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Aile kurmayı planlayan bu genç hastalar, hastalıklarının gebelik üzerindeki etkilerini bilmemektedir.

Hastaların, hamileliğin barsak hastalıklarının gidişini nasıl etkileyebileceği veya bazı özel önlemlerin alınmasının gerekip gerekmediği (örneğin doğum yöntemi) gibi konularda soruları olabilir. Hamileliğin önceden varolan inflamatuvar barsak hastalığının seyrini değiştirip değiştirmeyeceği de merak edilir.

İnflamatuvar barsak hastalığından etkilenen hastalara, eşleri ve aileleri ile birlikte hamilelik öncesinde, sırasında ve sonrasında yeterli bilgi verilmesi önemlidir. Böylece hamilelik hakkındaki yersiz korkular azalacaktır. Ayrıca anne veya bebeğin karşılaşabileceği olası tehlikeler veya komplikasyonların mümkün olan en kısa sürede tanımlanması sağlanacaktır.

Bu broşürün amacı, yaygın olarak sorulan soruları cevaplandırmaktır. Konu hakkında varolan güncel bilgiler, en son bilimsel çalışmalar temel alınarak açıklanmıştır.

Aynı zamanda hastalarımıza bu broşürün hamilelik ve inflamatuvar barsak hastalıkları kapsamındaki pek çok tartışmalı soruya geçerli cevapları sağlamadığını hatırlatmak isteriz. Broşür, tedavinizi yürüten doktorunuza duyduğunuz güvenin ve tedaviniz hakkında kendisiyle yaptığınız değerli görüşmelerin de yerini alamaz. Son söz olarak, hiçbir broşür hem hamileliğinizi hem de inflamatuvar barsak hastalığınızı etkileyen özel durumların tümünü kapsayamaz.

Genelde, bu sorunun cevabı “evet” tir. Ancak, hamilelik planlanırken dikkate alınması gereken çok sayıda temel konu vardır. Hamileliğinizi hastalığınızın aktif olmadığı dönemde planlamak özellikle önemlidir. Bu dönemde doğurganlığınız azalmaz ve hamilelik süreci sağlıklı bireylerdeki gibi ilerler.

Bazı olgularda, hastalığın aktif olmaması, kullanılan ilaçlara bağlı olabilir. Bu ilaçların bir kısmı hamilelik (gebelik) sırasında zararlı olabilir. Böyle durumlarda hamile kalma isteğinizi tedavinizi yürüten doktorla görüşmeniz çok önemlidir.

    • İnflamatuvar barsak hastası kadınlarda doğurganlık:
  • Ülseratif kolitli kadınlar, genellikle sağlıklı kadınlar kadar doğurgandır. Bir istisna, kalın barsağın tamamen alınması (kolektomi), ince barsağın anal kanala birleştirilmesi ile ince barsak için bir kese şeklinde boşluk yaratılması (ileo-anal poş) veya yapay bir barsak çıkışı yaratılması (ileostomi) gibi büyük karın ameliyatlarından sonra meydana gelen doğurganlıktaki geçici azalmadır. Doğurganlıktaki azalma genellikle geçicidir ve haftalar veya aylar içerisinde normale döner.Crohn hastalığında, kadın doğurganlığı hakkındaki soruların yanıtı bu kadar net değildir. Hastalığın sessiz dönemlerinde etkilenmemesine rağmen, aktif dönemlerinde ve büyük ameliyatlardan sonra doğurganlıkta geçici azalma sıklıkla gözlenmektedir. Bu adet görememe (amenore) ile ilgili olabilir. Adet görememenin nedeni ise aktif hastalık sırasında hızlı kilo kaybına bağlıdır.

    Hastalığın çok şiddetli seyrettiği dönemlerde, hamileliğin en uygun koşullar sağlanana dek ertelenmesi önerilir.

    Ameliyat yarasının tamamen iyileşmesi ve hastalığın sessiz döneme girmesiyle, doğurganlık da normale dönmektedir. Hamileliğin meydana gelmesindeki başarısızlığın sadece inflamatuvar barsak hastalığına bağlanamayacağı unutulmamalıdır. Düzenli ve korunmasız ilişkiye giren sağlıklı kadınların % 10’u hamile kalmayabilmektedir.

    • İnflamatuvar barsak hastası erkeklerin çocuk sahibi olması:
  • Erkeklerin çocuk sahibi olması genellikle inflamatuvar barsak hastalıklarından etkilenmez. Ancak kalça ve makat bölgesindeki abseler ve fistüller, ereksiyon ve boşalma düzensizliklerine neden olabilir. Benzer düzensizlikler, özellikle ileo-anal poş operasyonu gibi büyük ameliyatlar geçirmiş hastalarda da görülebilir. Ancak bu çok enderdir.Salazosülfapiridin veya sülfasalazin kullanımı ile bağlantılı özel bir durum görülebilir. Bu ilaçlar sperm sayısında azalma gibi bir yan etki yaratarak geçici infertiliteye (çocuk sahibi olma kapasitesinde azalmaya) neden olabilirler.

    Bu değişiklikler, bu ilaçlar ile tedavi edilen erkeklerin yaklaşık % 80’inde görülür.

    Bu durum ilacın bırakılmasından iki ay sonra veya saf mesalazin veya 5-ASA içeren ilaçlara geçtikten sonra normale döner.

Çok sayıda çalışmada, inflamatuvar barsak hastalıklarının, hamileliğin sonucu ve bebeğin sağlığı üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Bu çalışmaların sonuçları, Crohn hastası veya ülseratif kolitli kadınların yaklaşık % 85 ‘inin hamileliklerinin genellikle normal olduğunu göstermiştir. Crohn hastası veya ülseratif kolitli kadınların bebeklerinin sadece yaklaşık % 1′ inde doğumsal anormallikler görülür. Gebeliğin düşükle sonlanma riski de genelde artmamıştır. Bu oranlar, sağlıklı kadınlarda görülen oranlarla benzerdir. Bu noktada sağlıklı kadınlarda da hamileliğin her koşulda normal gelişim göstermediğini hatırlamak önemlidir. Gerçekte hamilelik ile ilgili veya bebeğin sağlığını etkileyen problemler veya komplikasyonlar, vakaların yaklaşık % 15’ inde görülür.

Genelde hamile kalma planlarının, hastalığın nekahatte olduğu veya hafif inflamatuvar aktivite evresinde olduğu zamana bırakılması önerilir. Döllenme, artmış hastalık aktivitesi döneminde meydana gelir ise kürtaj oranları, prematüre doğumlar ve diğer hamilelik sorunları önemli derecede artar. Mümkün olan durumlarda hamilelik başlangıcından önce aktif hastalık tedavi edilmelidir. Örneğin, yakın gelecekte ameliyatın gerekli olduğu biliniyor ise operasyon hamile kalmadan önce yapılmalıdır.

Bu aşamada herhangi bir genel plan verilemez. Bu, doktorunuz ile birebir görüşmeniz gereken bir durumdur. Endoskopi ve radyolojik muayene gibi işlemler, tüm olgularda gerekli değildir.

Planlı bir hamilelikten önce tıbbi geçmişiniz, şu andaki durumunuz, hastalığınızın aktivitesini belirlemek için gerekli olan laboratuvar testleri ve beslenmenizdeki olası yetersizlikler hakkında doktorunuz ile yapılacak detaylı bir görüşme, son derece akıllıcadır. Karın bölgesinin ve barsağın tecrübeli bir doktor tarafından yapılan ultrason muayenesi de değerli bilgiler sağlayabilir.

Bazı hastalarda barsağın endoskopik ve radyolojik araştırmaları da dahil olmak üzere daha kapsamlı muayenelerin yapılması gerekli olabilir. Bu testlerin sonuçları, antiinflamatuvar tedavi veya çeşitli vitamin ve mineral eklenmesinin gerekliliğini (örneğin, vitamin B12, folik asit, demir) gösterebilir. Hamileliğin ilk aylarında folik asit alınması, gelişmekte olan bebeğe fayda sağlayacağından tüm kadınlara tavsiye edilebilir. Ancak, folik asit alımı ve metabolizmasının sülfasalazin veya sülfapiridin tedavisi sırasında azalması olasıdır.

İnflamatuvar barsak hastalığının tedavisi için geçirilen cerrahi operasyonların genellikle hamileliğin gidişinde olumsuz bir etkisi olmaz. Kolektomi veya bir ileostomi yaratılması da dahil olmak üzere büyük barsak ameliyatlarından sonra dahi komplikasyonsuz hamilelikler görülebilir. Burada önemli olan nokta, operasyon ile hamile kalma zamanı arasında, ameliyat yaralarının iyileşmesi için yeterli miktarda sürenin geçmiş olması ve önemli bir hastalık aktivitesinin bulunmamasıdır.

Büyük cerrahi girişim sonrası, gebe kalmak için, genellikle 1 yıl beklenmesi önerilir. Nadiren, gebelik sırasında, ileostomi ile ilişkili komplikasyonlar (örn: tıkanma, prolapsus) görülebilir.

Bazı vakalarda hamilelik sırasında cerrahi müdahale yapılması gerekebilir. Bu durum çok nadir olarak erken doğum veya düşük ile sonuçlanabilir. Diğer yandan, ülseratif kolitleri ilaç tedavisine cevap vermeyen hastalarda total kolektomi (barsağın tamamen çıkarılması) de dahil olmak üzere yapılan büyük cerrahi müdahalelerden sonra komplikasyonsuz hamilelikler belgelendirilmiştir.

Vakaların büyük çoğunluğunda hamileliğin inflamatuvar barsak hastalığının aktivitesi veya remisyonunun sürdürülmesi üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Ancak bazı vakalarda inflamatuvar barsak hastalığında dramatik bir iyileşme veya semptomlarda kötüleşme görülebilir. Remisyon evresinde hamile kalan Crohn hastası kadınların sadece % 15′ i hamilelikleri sırasında akut bir hastalık atağı geçirirler. Bu oran, Crohn hastalığının normal klinik gidişine uygundur. Hamileliğin başlangıcında artmış bir hastalık aktivitesi mevcut ise hastaların üçte birinde bu artmış aktivite hamilelik boyunca hemen hemen sabit kalır. Hastalığın alevlenmesi, hastaların hamileliklerinin ilk üç ayında ve lohusalıkta daha sık görülür.

Hamilelik, ülseratif kolitli hastalarda da hastalık aktivitesi üzerinde önemli bir etki yapmıyor gibi görünmektedir. Hastalığın sessiz döneminde hamile kalan ülseratif kolitli hastaların yaklaşık üçte birinde hastalıkta alevlenme görülür. Bu oran, hamile olmayan kadınların normal hastalık gidişlerine uygundur.

Hamilelik süresince gelişen hastalık atakları, genellikle tedaviye olumlu yanıt verir. İlaçlar, hastalık aktivitesinin azalmasını sağlayabilir ve bu durum hamileliğin kalan süresi boyunca sürdürülebilir. İlave olarak, hamilelik sırasında inflamatuvar barsak hastalıklarının semptomlarının kötüleşmesi, otomatik olarak bunun daha sonraki hamileliklerde de tekrarlanacağını göstermez.

Hem Crohn hastalığı, hem de ülseratif kolit hamilelik sırasında ilk semptomlarını gösterebilir. Genelde bu hastalarda inflamatuvar barsak hastalıklarının seyri, hamile olmayan hastalardan daha ciddi değildir.

Kesin tanıyı geciktirebilen önemli bir sorun, bu zaman diliminde endoskopi veya radyolojik muayeneler gibi tanı prosedürlerine karşı duyulan korkudur.

Herkes, doğmamış çocuğu gereksiz risklerden korumak için hamilelik sırasında ve hatta planlı bir hamilelikten önce ilaç alınmamasının ne kadar önemli olduğunu bilir. Ülseratif kolit ve Crohn hastalarının ve ailelerinin hamilelik süresince ilaç kullanımına dair endişeleri ve pek çok sorusu olması son derece doğaldır. Bu endişeler, ilaçların çoğunun prospektüsünde bulunan bazı uyarılar ile daha da artar.

Gebe hastayı herhangi bir ilaç ile tedavi etme kararı, her olgu için bireysel olarak, gerekli olması durumunda uygun uzmanlar ile konsültasyon sonrasında verilmelidir.

Dolayısıyla, hamilelikte uygulanan genel kural, sadece kesinlikle gerekli olan ilaçların alınmasıdır. Ancak, uygun bir şekilde tedavi edilmeyen pek çok hastalığın anne ve çocuğu için ciddi bir tehdit oluşturduğunu da unutmamalıyız.

Hamilelik süresince inflamatuvar barsak hastalığını sessiz dönemde tutacak ilaçların kullanılmaması hem anne hem de çocuk için bazı riskler taşıyabilir. Bu nedenle hamilelik süresince uygulanacak hastaya ve duruma özel tedaviye hekim ile birlikte karar verilmelidir.

Bu kapsamda, yukarıda söylediklerimizin tekrar edilmesi önemlidir: Sağlıklı kişilerde dahi hamileliklerin sadece % 85’i herhangi bir komplikasyon olmadan gelişir.

Gebelikteki riskleri nedeniyle bu ilaçlar hamilelik planlanmadan mümkünse 3 ay öncesinden kesilmelidir. Ancak bu ilaçlardan birisini kullanan hasta bilmeden hamile kalmış ise gebelik yakından takip edilmelidir. Bebeğin anne karnındaki gelişimi gözlenerek oluşabilecek doğumsal sakatlıkları önlemek için gebeliğin sonlandırılması düşünülebilir.

Maalesef bu soruya genel bir cevap vermek mümkün değildir. Her hastanın bakımı, jinokolog ve iç hastalıkları veya gastroenteroloji uzmanının işbirliği ile belirlenmelidir. İnflamatuvar barsak hastalığının tedavisi için genellikle verilen çeşitli kortizon (prednizon, prednizolon, hidrokortizon) ve 5-ASA preparatlarının alışılmış dozları, güncel bilgiler temel alındığında bebek için artmış bir risk taşımamaktadır.

Yine de tüm bu ilaçların prospektüslerinde hamileliğin ilk üç ayında dikkatli kullanılmaları ve endikasyonun kesin olarak tayin edilmesi gerektiği belirtilir. Remisyonu sürdürmek için 5-ASA veya kortikosteroid (kortizon) preparatları kullanması gereken hastalar, hamilelikleri kesinleştikten sonra da bu tedaviye devam etmelidir.

Hastalığın aktif döneme geçmesi, bebek için daha risklidir. Hamilelik sırasında akut atak görülür ise, hastalığın aktivitesini mümkün olan en kısa sürede kontrol altına almak için bu ilaçlar uygun dozlarda alınmalıdır. Uygun bir şekilde tedavi edilmez ise inflamatuvar barsak hastalıkları hem bebeğe hem de anneye ilaç tedavisinden daha çok zarar verir.

İnflamatuvar barsak hastası babaların 5-ASA veya kortikosteroid preparatları kullanılarak tedavi edilmesinin, sperm yapımı üzerinde herhangi bir olumsuz etkisi yoktur. Sadece yukarıda tarif edilen ve salazosülfapiridin veya sülfasalazin tedavisi sonunda meydana gelen sperm sayısında geçici düşüş, çocuk sahibi olmak isteyen erkek hastalarda saf 5-ASA veya mesalazin preparatlarına geçişle düzelmektedir.

Günümüze dek hamilelikte budesonid kullanımı ile ilgili yeterli klinik tecrübe elde edilmemiştir. Budenosidin hamilelikte kullanımı ile ilgili hasta ve doktoru detaylı bir görüşme yaptıktan sonra karar verilmelidir.

Antibiyotikler, azatioprin veya 6-merkaptopurin gibi immünomodülatörlerin kullanımı, endikasyonun çok kesin bir şekilde belirlenmesini gerektirir. Bu ilaçlar hamilelik şüphesinde ve hamilelik sırasında kesinlikle kullanılmamalıdır.

Eğer farkına varılmadan kullanılmış ise gebeliğin sonlandırılması düşünülmelidir.

Hamilelikte infliksimab kullanımı ile ilgili herhangi bir net veri mevcut değildir. Dolayısıyla, hamilelikte infliksimab kullanımı tavsiye edilmez ve genellikle azatioprin kullanımında olduğu gibi, infliksimab kullanan hastalara da, ilacı bıraktıktan en az üç ay sonra hamile kalmaları önerilir. Diğer yandan hamilelikleri sırasında infliksimab alan annelerin pek çoğu sağlıklı bebekler dünyaya getirmiştir, dolayısıyla güncel kanıtlar infliksimab alan annelerde hamileliğin sonlandırılması için kesin bir endikasyonu desteklememektedir.

Hamilelikte metronidazol veya siprofloksasin gibi antibiyotiklerin kullanılması için kesin bir endikasyon gereklidir ve bu ilaçların uzun süreli kullanımları kontraendikedir. Bu ilaçların her ikisi de kortikosteroidler veya 5-ASA preparatları ile yapılan standart tedaviden daha az etkili olduğundan bu antibiyotikler ile tedaviyi değerlendirmeden önce kortikosteroid veya 5-ASA tedavisi denenmelidir.

Ayrıca loperamid veya difenoksilat/atropin gibi antidiyareik ilaçlar da hamilelikte kesinlikle kullanılmamalıdır.

Prednizon, prednisolon ve hidrokortizon gibi kortikosteroid ilaçların inflamatuvar barsak hastalıklarının tedavisi için verilen dozlarının fetüste herhangi bir anomali riskini artırmadığı veya düşüklere neden olmadığı kabul edilir. Ancak teorik olarak bu ilaçların çok yüksek dozlarının gebeliğin son döneminde kullanılmasının, yenidoğan adrenal bezinde kortikosteroid yapımını baskılayarak apati ve azalmış aktivite ile birlikte düşük kortikosteroid seviyelerine neden olacağı söylenebilir. Bu nedenle bu yenidoğanlar deneyimli bir uzman tarafından takip edilmelidir. Gerekirse adrenal bezler yeterli kortizon üretene kadar bunlara kortizon desteği verilebilir.

Kortizon anne sütü ile bebeğe geçtiği için aynı durum emzirme dönemi için de geçerlidir. Her iki durumda da kortizon alımı kesildikten sonra herhangi bir komplikasyon kalmaksızın düzelme sağlanır.

Genelde doğum kontrol haplarının kullanımı ile ilgili olarak inflamatuvar barsak hastalığının gelişmesi veya semptomların kötüleşmesi riskinin arttığını gösteren veriler tartışmalıdır. Olguların bir kısmında oral kontraseptif ile semptomlarda hafif bir artış bildirilmekteyse de, inflamatuvar barsak hastası kadınların doğum kontrol hapları kullanması kabul edilebilir.

Ancak, bazı vakalarda inflamatuvar barsak hastalığı ile birlikte görülen ciddi diyarenin (ishalin) barsaktan doğum kontrol hapının emilimini bozabileceğini ve dolayısıyla korunma yönteminin etkinliğini zayıflatabileceğini hatırlamak önemlidir.

Asetilsalisilik asitten (aspirin) farklı olarak, tedavi edici dozlarda alınan mesalazin kanamanın kontrolü için önemli olan kan pıhtılaşmasını etkilemez.

Dolayısıyla, doğum öncesinde 5-ASA tedavisinin kesilmesi, özellikle kandaki 5-ASA düzeyleri çok düşük olduğundan genellikle gerekli değildir.

Annede inflamatuvar barsak hastalığı olması nedeni ile hamileliğin sonlandırılması çok nadiren görülen veya hiçbir zaman gerekli olmayan bir durumdur. Hamileliğin sonlandırılması yerine annenin inflamatuvar barsak hastalığı uygun bir şekilde tedavi edilmeli ve ilave olarak doktorları tarafından kapsamlı bakıma alınmalıdır.

Karın bölgesinin ve barsakların ultrason muayenesi anneye veya bebeğe zararlı değildir ve hastalığın aktivitesi ile derecesi hakkında kıymetli bilgi sağlar. Tecrübeli bir doktor tarafından yapılması kaydıyla endoskopik mide (gastroskopi) veya barsak (rektoskopi, sigmoidoskopi ve hatta ileo-kolonoskopi) muayeneleri hamile kadınlarda güvenli bir şekilde uygulanabilir.

Ancak bu yöntemler, en uygun tedavi şeklini belirlemek amacı ile kesinlikle gerekli olduklarında kullanılmalıdır. Muhtemelen zararlı olmayan manyetik rezonans görüntüleme (MRI) de bazı vakalarda faydalı olabilir. Radyasyona maruz kalmayı gerektiren tanı prosedürleri doğum sonrasına ertelenmeli ve acil durumlar için saklanmalıdır.

İnflamatuvar barsak hastası kadınlarda genellikle normal doğum tercih edilir. Ancak geçirilmiş karın ameliyatları nedeniyle bazı durumlarda doğum uzmanı sezeryanı tercih edebilir. Dolayısıyla özellikle ileostomili hastaların doğum yöntemi, önceden doğum uzmanı ile görüşülmelidir.

Sezeryanın tercih edildiği ve faydalı olabileceği diğer bir hasta grubu, makat çevresinde ve kalça bölgesinde yaygın fistül olan hastalardır. Ancak bu konu da hasta ve doğum uzmanı arasında fikir birliği sağlanarak kararlaştırılmalıdır.

İnflamatuvar barsak hastalarında genellikle özel bir diyet uygulanması gerekmez. Hastalar tabii ki dengeli beslenme için yapılan genel tavsiyelere uymalı ve hamilelik sırasında yeterli kalori, vitamin ve mineral almalıdır.

Emzirme döneminde kortizon veya mesalazin içeren ilaçları kullanan annelerin emzirmesinde, bebek açısından ortaya konmuş ciddi bir yan etki yoktur. Zira bu ilaçların gözardı edilebilecek kadar az miktarları anne sütüne geçmektedir.

Ancak yine de kortizon içeren ilaçların dozu önemlidir. Çok yüksek dozda kortizonlu ilaç kullanan annelerin emzirip emzirmeyeceğine yönelik alınacak kararda bir pediatri uzmanının fikrine başvurulmalıdır.

Azatioprin, 6-merkaptopürin, metotreksat (MTX), siklosporin, takrolimus veya infiliximab gibi bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların kullanılması zorunluysa yenidoğan emzirilmemelidir.

Anne veya babasında inflamatuvar barsak hastalığı olması ile çocuklarda Crohn Hastalığı veya Ülseratif Kolit gelişme riski arasındaki ilişki azdır. İnflamatuvar barsak hastalıklarının kalıtımsal olduğu kesin değildir. Ancak bazı ailelerde inflamatuvar barsak hastalığı görülme sıklığı daha fazla olabilmektedir.

Tahmin edilen İnflamatuvar barsak hastalığı gelişmesi riskleri;

Anne veya babasından birisinde inflamatuvar barsak hastalığı olan çocuklardaki risk % 1-7,

Anne ve babasının her ikisinde de inflamatuvar barsak hastalığı olan çocuklardaki risk % 36’ya kadar çıkabilir,

Bir kardeşinde inflamatuvar barsak hastalığı olan çocuklardaki risk % 2-6,

Bir çocuğunda inflamatuvar barsak hastalığı olan anne veya babadaki risk % 1-5’tir.

Son söz olarak iyi bir şekilde takip ve tedavi edilen inflamatuvar barsak hastalığında beklenen yaşam süresi sağlıklı bireylerle aynıdır.

Kaynak: Anonim

Çocuklukta İBH

Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı çocukluk hastalıkları içinde önemli yer tutar. Beş yaşın altında görülmesi nadirdir. 10-19 yaşları arasında sıklığı artar.

      Hastalığın klinik belirtileri ve tedavisi erişkinlerde olduğu gibidir. Ülseratif kolit kalın barsağın hastalığıdır. Çocuklarda genellikle kalın barsağın son bölümünü tutar. Kanlı ishal ve karın ağrısı olur. Çocuklarda hastalık erişkinlere göre daha hafiftir. Ancak, yine de iştahsızlık, kilo kaybı, hafif ateş ve solukluk gibi belirtiler olabilir. Crohn hastalığı, hastaların büyük kısmında ince barsağın son bölümünü tutar. Tüm ince barsağı ve kalın barsağı da hastalandırabilir. Crohn hastalığında karın ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı en sık görülen belirtilerdir.

     Çocukluk ve ergenlik döneminde barsakla ilgili olmayan bazı bulgular ön plandadır, hatta ilk ortaya çıkan belitiler olabilir. Artrit denilen eklem iltihabı ve ağrısı, iştahsızlık, beslenme bozukluğu, en önemlisi de gelişme geriliği ve bunun yanı sıra buluğ yaşının gecikmesi barsak ile ilgili şikayetlerden daha önce ortaya çıkabilir. Bu durumda gerçek hastalığın tanısı gecikebilir. Çocuklarda başka bir nedene bağlanamayan, yukarıda sözü edilen belirtiler olduğunda inflamatuvar barsak hastalığı, özellikle de sebepsiz gelişme geriliği olanlarda Crohn hastalığı akla gelmeli ve bu yönde incelenmelidir.

     İnflamatuvar barsak hastalığının tanısı için çeşitli incelemeler yapılır. Bazı barsak infeksiyonlarında hastaların yakınmaları, inflamatuvar barsak hastalığının belirtileri ile karışabilir. Bu nedenle öncelikle dışkı ve kan incelemeleri ile infeksiyon hastalığı olup olmadığı araştırılmalıdır. Ülkemizde sıkça rastlanan amipli dizanteri, özellikle ülseratif kolite benzerlik gösterir ve tanı karışıklığına neden olabilir. Hastalığın tanısı barsak filmi, kolonoskop adı verilen aletle makattan girilerek barsağın görülmesi, bu sırada barsağın iç yüzünden alınan küçük bir parçanın mikroskopta incelenmesi ile konur.

     Çocuklarda inflamatuvar barsak hastalığının tedavisi, erişkin hastalarda olduğu gibidir. Ancak, ilaçların dozu, çocuğun ağırlığına göre ayarlanmalıdır. Tedavinin amacı, hastalığın yatıştırılması ile alevlenmenin önlenmesidir. Özellikle çocuk hastalarda beslenme bozukluğunun ve gelişme geriliğinin düzeltilmesi çok önemlidir.

     İnflamatuvar barsak hastalığı kronik hastalıktır. Tedavi ile baskılanır, sessiz döneme girer. Bu hastalıkta tedavi süreklidir. Tedaviyi kesen hastalarda hastalık alevlenir. Bu durum tedavi altında iken de olabilir. Bu nedenle çocuğun ebeveyni tarafından sürekli izlenmesi, doktorunun önereceği belirli aralıklarla kontrollerinin yapılması gereklidir. Tedavi ve ilaç dozları ile ilgili değişikliklere hastanın doktoru karar vermelidir.

Kaynak: Anonim

Crohn Hastalığının Cerrahi Tedavisi

Crohn’un cerrahi ile tedavisi acil bir durum olarak kabul edilmemektedir ve bu nedenle dikkatle düşünmek için genellikle yeterince zaman olmaktadır. Cerrahi kararı sizin tarafınızdan, yani hasta tarafından cerrah ile konuşularak verilmektedir. Hastanın cerrahiye ilişkin daha fazla bilgiye sahip olması bu tartışmalara yardımcı olabilecek ve aynı zamanda bilinmeyene ilişkin kuşku ve korkuyu hafifletecektir.

Sindirim sistemi ağızda başlayan ve anüste sonlanan bir tüp şeklindedir. Besinler ağızda çiğnenmekte, yutulmakta, özofagusa geçmekte ve mideye inmektedirler. Daha sonra duodenuma (12 parmak barsağı) gönderilmektedirler.

Duodenumdan sonra, besinler ince barsağın geride kalan dört-beş metrelik kısmına geçerler. Bu kısmın üst yarısına jejunum ve alt yarısına ileum denmektedir. Besinler barsağın kasılmaları ile aşağı doğru ilerlerler. Çok küçük parçacıklara yıkılırlar ve vücuda gerekli besinleri aktarmak üzere ince barsak duvarından kan akımına emilirler. Emilmemiş artık maddeler daha sonra kolona (kalın barsak) geçerler.

Kolonun asıl işlevi suyu emmek ve içeriği daha katı feçese (dışkı) çevirmektir. Su emildikten sonra, feçes kolonun aşağı kısımlarında toplanır ve anüsten dışarı atılır (defekasyon).

Crohn hastalığında barsakta iltihabi değişiklikler olmaktadır ve bu barsak duvarının daha kalın hale gelmesine yol açmaktadır. Sonuçta, barsak çapı daralır ve içindekilerin geçişi zorlaşır. Crohn hastalığı ağızdan anüse dek her yerde olabilmektedir. Ancak, en sık terminal ileumda (ince barsağın sonu) ve/veya çekum dahil olmak üzere kolonun başlangıç kısmında görülmektedir.

Yalnızca kolon tutulduğunda, Crohn hastalığını ülseratif kolitten ayırdetmek zor olabilmektedir.

Crohn’da, barsağın iki ya da üç hastalıklı kısmı, farklı uzunluklarda etkilenmemiş barsak ile birbirinden ayrılabilir.

Crohn hastalığı bulunan kişilerin yaklaşık %70’inde yaşamlarının bir döneminde cerrahi gerekecektir. Bunun bazı nedenleri bulunmaktadır:

1. İlaç tedavisine yanıt olmaması
Crohn’u ilaçlar ile tedavi etmeye başlamak doğaldır. Ancak bazen bu tedavi inflamasyonun kontrol altına alınmasında başarısız kalır. İshal, ağrı, iştahsızlık, kilo kaybı sürebilir. Eğer ağır semptomlar sürerse cerrahi düşünülebilir.

2. Barsakta darlık oluşması
İltihap, barsak lümeninin (gıdanın geçtiği boşluk) daralmasına yol açabilir. Daralma (striktür) besinlerin buradan geçmesini zorlaştırabilir. Barsak duvarı kasları besinleri ilerletmek için zorlandıkça ağrı da ortaya çıkar. Eğer besinler hiç geçemezse kusma olabilmektedir. Daralma ve tıkanmanın tedavisi için cerrahi şarttır ve kullanılabilecek çeşitli yöntemler vardır.

3. Abse ve fistül
Crohn hastalığı bulunan kişilerin yaklaşık %30’unda fistüller (barsakta anormal bağlantılar) ve abseler (iltihapla dolu yaralar) gelişmektedir. Fistüller genellikle bir abseden sonra gelişmektedir ve bir kanalla barsağın diğer bir kısmı ya da bir başka organ (örn. mesane, vajina) ile bağlantı oluşturmaktadır.

4. Çocuklarda büyümenin yavaşlaması
Besinlerin emilimindeki bozukluk ve kortizonlu ilaçlar çocuklarda ve gençlerde büyümenin yavaş olmasına ve ergenliğin gecikebilmesine neden olabilirler. Bu durumda hastalıklı barsağın çıkartılması gerekli olabilmektedir.

5. Kanser
Bazen kalın barsağın mukozasında (iç döşeyici tabaka) kanseröz değişiklikler oluşabilmektedir. Kolonda Crohn inflamasyonu bulunan hastalar, inflamasyon derecesinin kontrol edilmesi için yapılan kolonoskopi sırasında, kanserin erken belirtileri yönünden de taranabilirler. Eğer hücreler kanseröz hale geliyor gibi görünürlerse, kolonun çıkartılmasına yönelik bir operasyon önerilecektir. On yıldan uzun süre yaygın inflamasyonu olan hastalarda kolon kanseri riski artmaktadır. İnce barsakta Crohn hastalığı ile ilişkili kanser çok seyrek görülmektedir.

6. Acil sorunlar
Crohn hastalığında acil cerrahi pek gerekmemektedir. Acil cerrahinin gerekli olduğu dört durum şunlardır: Barsaktan kanama, perforasyon (delinme), toksik megakolon (kalın barsağın çok ağır hastalığı) veya barsak tıkanması.

Ameliyat için hastaneye gittiğinizde cerrahla görüşmüş ve ameliyat hakkında bilgilendirilmiş olmalısınız. Eğer kuşkularınız veya anlamadıklarınız varsa sorunuz.

Ameliyat öncesinde
Ameliyattan önce genellikle aşağıdakiler olacaktır:

  • Sizi bir doktor muayene edecek ve sağlığınız hakkında detaylı sorular soracaktır.
  • Ameliyattan önceki gün ya da günlerde “barsak hazırlığı” yapmanız gerekli olabilir. Barsak hazırlığı, genellikle, ishale neden olan güçlü bir laksatif içilmesi ile yapılır.
  • Yapılacak ameliyatı kabul ettiğinize ilişkin bir “onay” formu imzalamanız istenecektir. Form imzalanmadan ameliyat yapılmayacaktır.
  • Anestezist ile tanışacaksınız ve o size ameliyat sırasında sizin nasıl uyutulacağınız ve ameliyat sonrasında ağrının nasıl kontrol altına alınacağı hakkında bilgi verecektir.
  • Her hastanenin çalışma şartlarına ve ameliyatı yapacak olan cerrahın prensiplerine uygun olarak bu liste daha da uzayabilir.

Ameliyat sonrasında

  • Ameliyattan hemen sonra, ameliyathanenin bitişiğindeki, durumunuzun sürekli izleneceği uyanma odasına alınacaksınız. Uyanıklılık durumunuz arttığında ve durumunuz stabil hale geldiğinde servise götürüleceksiniz. Bazı durumlarda, ameliyatın seyri ve sizin yandaş hastalıklarınız nedeniyle birkaç gün yoğun bakım ünitesinde kalmanız gerekebilir.
  • Anestezist ameliyattan sonra ağ r ının hafifletilmesini denetler. Bu işlem bazen, ağrı dindirici ilaçların bir pompa ile verilmesine olanak sağlayan bir epidural ile (sırtınıza yerleştirilen ince bir tüp) yapılmaktadır. Ağrı hafifletilmesi için alternatif bir yöntem ilaçların intravenöz yolla (doğrudan bir damar içine) verilmesidir. Bulantı ve kusmayı (anestezik ilaçların yan etkisi) önlemek için de ilaç verilebilir.
  • Vücudunuzdan çıkan bir takım tüpler (idrar sondası, drenler, burundan çıkan bir tüp vb) olacaktır. Bunlar görevlerini tamamladıkça, cerrahınızın uygun gördüğü zamanlarda çıkarılacaktır.
  • Ameliyattan sonraki birkaç gün içinde, çok az miktarda su içilmesi ile başlanarak oral sıvılar verilebilir. Vücudunuz bunları tolere edebildiğinde, miktarları serbestçe içebileceğiniz düzeye dek giderek artırılacaktır. Yavaş yavaş besinlere izin verilecektir.
  • Derin ven trombozu riskinin en aza indirilmesi için günde bir ya da iki kez bir antikoagülan (kanı sulandırmak için) enjeksiyonu yapılabilir ve bacaklara baskı oluşturan elastik çoraplar giyilebilir. Ayrıca, yataktan olabildiğince erken kalkmanız ve hareket etmeye başlamanız istenecektir.
  • Eğer bir ostominiz (barsağın geçici veya kalıcı olarak karın duvarına bağlanması) varsa, ostomi hemşiresi ostominize nasıl bakacağınızı ve torbayı nasıl idare edeceğinizi ve değiştireceğinizi öğretmek üzere sizi ziyaret edecektir. Ostominizi başarıyla idare edecek güveni kazanmadıkça taburcu olmanız düşünülmeyecektir.
  • Bazı hastalar ameliyattan bir kaç gün sonra, ameliyattan hemen sonraki kadar iyi hissetmediklerini söylemekte ve kendilerini oldukça depresyonda hissedebilmektedirler. Bu, vücudun geçirdiği şoka verdiği bir reaksiyon olabilir. Bir süre sonra bu durum düzelecektir.

Hastanede kalış süreniz ameliyatın tipine ve ilk geldiğinizde ne kadar hasta olduğunuza bağlıdır. Çoğu hasta hastanede bir ile üç hafta arasında (genellikle 10-14 gün) kalmaktadır.

Hastaneden taburcu olurken hastalara belli bir süre ağır kaldırmaktan ve ağır işleri yapmaktan kaçınmaları önerilmektedir.

Olağan rutin yaşama dönmeniz geçirmiş olduğunuz ameliyata, yaşınıza, ne tür bir iş yaptığınıza ve genel sağlık durumunuza bağlıdır. Ameliyattan sonra bir ay ya da daha uzun süre araba kullanamayabilirsiniz.

Hastaneden eve ilk döndüğünüzde halsiz olacak ve kolay yorulacaksınız ve pek bir şey yapmak istemeyeceksiniz. Ama iyileştikçe, kendinizi ameliyat öncesine göre çok daha iyi hissedeceksiniz.

Eğer bir kolostominiz ya da ileostominiz varsa bunu tam olarak idare etmeniz zaman alacaktır. Ostomi ile ilgili bir sorununuz olduğunda ostomi bakım hemşiresi ile bağlantı kurmaktan kaçınmayınız.

Her insan farklıdır ve farklı hızlarda iyileşir. Zaman geçtikçe eski gücünüzü kazanacaksınız. Hafif bir egzersiz planı, gücünüzü ve formunuzu kazandırarak iyileşmenizin hızlanmasına yardımcı olabilir.

Crohn cerrahisinin nadiren tam bir tedavi sağladığını unutmayınız.

Hastalığın geri dönmesi ve başka ameliyatların gerekmesi sıkça görülmektedir. Hastalığın tekrar riskinin azaltılması amacıyla ilaç tedavisine (kısa ya da uzun süreli) devam edilmesi gerekli olabilir. Sigara, Crohn hastalığını kötüleştirmektedir ve bu nedenle uzak durulmalıdır.

Her ne kadar daha önceki düzeye dönmek iki, üç ay alabilse de, çoğu kişi cinsel aktivitesine kaldığı yerden başlayabilmektedir.

Rektum ameliyatlarından sonra, bazen erkeklerde impotans (erektil disfonksiyon) ortaya çıkabilmektedir. Her ne kadar bir yıl içinde kendiliğinden geçebilse de, bu komplikasyonlar görüldüğünde verilebilecek bazı yardımlar veya ilaçlar bulunmaktadır.

Kadınların Crohn cerrahisinden sonra gebeliği düşünmemeleri için hiç bir neden yoktur. Vajinal doğum ve sezaryan arasında seçim yapmak üzere hekimle birlikte değerlendirme yapmaya gerek vardır.

Cerrahi sonrasında, çok daha geniş çeşite ve miktara sahip besinlerin tüketilebilmesi olasıdır. Diyet hakkında rehberlik yapmak üzere diyetisyenlerden destek almak gerekir. Eğer terminal ileumunuz (ince barsağın son kısmı) çıkartılmışsa, enjeksiyon ile vitamin B12 desteği almanız gerekebilir.

Striktüroplasti
Crohn Hastalığı ince barsakta birçok striktüre (daralma) yol açabildiği için cerrahlar sıklıkla “striktüroplasti” yapmaktadır. Böylece barsak kaybına neden olmadan darlığı tedavi etmek mümkün olabilmektedir. Striktüroplastinin avantajı barsağın toplam uzunluğunun kısalmamış olması ve işlemin barsağın birden fazla kısmına aynı seansta yapılabilmesidir.

Rezeksiyon
Bazen ince barsağın bir kısmının rezeksiyonu gerekli olmaktadır. Bu, barsağın hastalıklı kısmının çıkartılmasını ve sağlıklı uçların yeniden birleştirilmesini içermektedir. Bu işleme anastomoz adı verilir. Ameliyatın acil olarak yapılması ve/veya ağır bir infeksiyon varlığı gibi durumlarda, ameliyattan sonra anastomozun sağlıklı iyileşmesine fırsat vermek amacıyla geçici bir ostomi oluşturulur.

İleo-çekal rezeksiyon(ve sınırlı sağ hemikolektomi)
Crohn hastalığında hem terminal ileumun hem de çekumun hastalanması oldukça sıktır. İnflamasyon ağırsa ve tedaviye dirençli ise barsağın hastalıklı kısmını çıkartmak gerekli olabilir. Ardından, ince ve kalın barsağın iki sağlıklı ucu birleştirilir. Bu ameliyat ileo-çekal rezeksiyon olarak bilinmektedir. Eğer kalın barsağın ilk kısmı da etkilenmişse, terminal ileum ve çekum ile birlikte bu kısım da çıkartılabilir (sınırlı sağ hemikolektomi).

Kolektomi
Kalın barsağında ağır inflamasyon bulunan çok rahatsız bir Crohn hastasında kolonun çıkartılması (kolektomi) için acil bir ameliyat gerekebilir. Geride rektum bırakılır ve rektumun üst ucu ya karın içinde kapatılır veya bir ostomi formunda ön karın duvarına birleştirilir. Vücut artıklarının uzaklaştırılması amacıyla, ince barsak ucunun karındaki bir açıklıktan dışarı getirildiği bir ileostomi oluşturulur.

Hasta genel sağlığı yönünden iyileştiğinde, cerrah ve hasta rektum konusunda ne tür seçenekler bulunduğu hakkında konuşabilirler.

Kolektomi ve ileo-rektal anatomoz
Kolonun kronik Crohn hastalığında seçenekler hakkında düşünmek için ağır hastalığa göre daha fazla zaman bulunmaktadır. Seçeneklerden biri, tüm kolonun çıkartıldığı ve ileumun doğrudan rektuma birleştirildiği “kolektomi ve ileorektal anastomoz”dur. Bu ameliyatta genellikle bir ostomi bulunmamaktadır ve yalnızca rektumun hastalıkla etkilenmemiş olduğu hastalar için uygundur. Uygun bir kolon olmadığında feçes çok sıvı olma eğilimindedir ve barsağın günde bir kaç kez boşaltılması gerekli olabilir.

Panproktokolektomi ve ileostomi
Eğer rektum da inflamasyon ile etkilenmişse ve kolonun çıkartılması gerekli ise, o zaman farklı bir ameliyat yapılabilir. Bu bir total ya da panproktokolektomi ve ileostomidir ve bu ameliyatta, kolon, rektum ve anal kanal çıkartılarak kalıcı bir ostomi oluşturulur.

Ostomi, deri üzerine bir açıklıktır. Crohn amacıyla yapılan cerrahide, barsak, sindirimin artık ürünlerinin (atık madde ya da feçes) anüs yoluyla değil bir torba içine boşalması için yüzeye getirilir. Deri yüzeyindeki barsak ileum ise bu bir ileostomidir ve kolon getirilmişse kolostomidir.

İnce barsak içeriği sıvı olduğu ve deriyi irrite edebildiği için ileostomilerin iki, üç santimetrelik uzun bir ucu olması gerekir. İleostomi torbalarının günde 4-5 kez boşaltılmaları gerekmektedir ve torba haftada ortalama iki kez değiştirilmelidir. Bu sayı kullanılan ostomi torbası tipine göre değişebilir.

Kolostomiler daha sert dışkıyı geçirmekte olup bu nedenle torbaların daha az sıklıkla (günde 1-3 kez) boşaltılmaları gerekmektedir. Eğer dışkı çok sert ise her seferinde tüm torbanın yenilenmesi gerekebilir.

Laparoskopi karının incelenmesi ve bazı ameliyatların yapılması için fiberoptik bir enstrümandan yararlanılmasıdır. Açık cerrahi prosedüre göre avantajı daha küçük bir iz bırakması ve daha az ağrı yapmasıdır. Laporoskopik cerrahi ileoçekal rezeksiyonda da kullanılmıştır, ancak yeni bir teknik olması nedeni ile kullanımında uzmanlaşan bir cerrah tarafından yapılması daha uygundur.

Eğer giderek iyileşmediğinizi hissediyorsanız, sizinle ilgilenen sağlık ekibini sıkıntılarınız hakkında uyarmaktan çekinmeyiniz.

Yapışıklık
Yapışıklıklar, cerrahiden sonra iyileşme sürecinin parçası olan bantlardır. Barsağı bükebilir ya da sıkıştırabilirler ve sonuçta tıkanmalar olabilir. Yapışıklığa bağlı sorunlar olguların % 10’a varan kısmında ortaya çıkabilir. Ancak, bu tıkanmalar genellikle kendiliğinden iyileşir ve yeni ameliyatlar gerekmez. Yapışıklıklar, karın cerrahisinden birçok yıl sonra sorunlar oluşturabilir.

Anastomoz kaçağı
Anastomozlar bazen kaçırabilir. Barsak içeriklerinin sızıntısı bir abseye ya da peritonite (karın zarının infeksiyonu) neden olabilir. Yeniden ameliyat, geçici bir ileostomi ya da kolostomi yapılması gerekli olabilir.

İleostomi sorunları
İleostomiye bağlı komplikasyonlar da ortaya çıkabilmektedir. İleostomiler prolapse olabilmekte (çok fazla çıkıntı yapmakta) ya da vücuda geri kaçabilmektedir. İleostomi komplikasyonu nedeniyle yeni ve genellikle küçük bir ameliyat gerekme olasılığı yaklaşık % 20’dir.

Pelvik sinir hasarı
Rektumun herhangi bir ameliyatı pelvisin sinirlerine zarar verebilir. Bu, mesanede ya da anal sfinkterlerde (açılma ve kapanmayı kontrol eden kaslar) güçsüzlüğe yol açabilir, dışkıyı veya idrarı tutarak kontrol etmeyi etkileyebilir ve cinsel sorunlara neden olabilir. Ancak, cerrahlar bu tür konulara çok dikkat etmekte ve pelvik sinirlere bir hasar vermekten olabildiğince kaçınmaya çok özen göstermektedirler.

Kaynak: Anonim

Ülseratif Kolitin Cerrahisi Tedavisi

Kronik ülseratif kolit nedeni ile tedavi görmekte olan hastaların yaklaşık yarısı hastalığın ilk on yılı içinde cerrahi girişime gereksinim duyarlar. Cerrahi girişimin başlıca nedeni hastalığın doğasında varolan kronikleşme özelliği ve tekrarlamaya olan yatkınlığıdır. Kronik ülseratif kolit ile birlikte görülen fulminan komplikasyonlar ve yüksek malignite riski de cerrahi girişim kararı verdiren nedenlerdir. Cerrahi girişim endikasyonları değişkendir. Her endikasyon için cerrahi girişimin zamanlaması ve uygulanacak operasyonun biçimi ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Cerrahi girişim endikasyonlar şunlardır;

1) Masif ve şiddeti azalmayan kanama
2) Perforasyon riski taşıyan, ya da perfore olmuş toksik meagakolon
3) Steroid tedavisine yanıt vermeyen fulminan akut ülseratif kolit
4) Darlığa bağlı barsak tıkanıklığı
5) Kolon kanseri varlığı veya şüphesi
6) Sistemik komplikasyonlar
7) Hastalığın kontrol altına alınamaması

Bunlara ek olarak çocuk hastalarda görülen gelişme geriliği de cerrahi girişim için endikasyon oluşturmaktadır. Çoğu ülseratif kolit olgusunda kolektomi, hastalığın tedaviye yanıtsız döneminde, hasta için fiziksel ve sosyal kısıtlanmaya neden olduğu zaman gerçekleştirilmektedir. Sfinkter koruyucu ameliyatların gelişimi sonrasında standart proktektomiden mümkün olduğunca kaçınılmaya başlanmış ve Crohn hastalığı ile ülseratif kolit ayrımı daha da önemli hale gelmiştir.

Kronik ülseratif kolitli olgularda tıbbi tedavide yetersizlik kendini fiziksel ve fizyolojik disfonksiyon ile gösterir. Ameliyat nedenleri içinde ilk sırayı alan bu endikasyon aynı zamanda tarifi en güç olanıdır. Hastalığın kontrol altına alınamamasının en iyi tanımı; hastalığın kendisinden veya tedavi yönteminden kaynaklanan nedenlerle, yaşam kalitesinin şiddetle ve kalıcı olarak olumsuz yönde etkilenmesidir. Bu olgular için seçilen elektif operasyon yöntemleri Brooke ileostomi veya Kock poşu ile birlikte total proktokolektomi, subtotal kolektomi ile birlikte ileostomi veya ileorektal anastomoz, kolektomi ile mukozal proktektomi ve ileoanal anastomozdur. Total proktokolektomi-ileostominin alternatifi olmayan eski günlerde, hastalar genel durumları ve yaşam tarzları iyiden iyiye kötüleşene kadar ameliyatı ertelemekteydi. Günümüzde yeni teknik alternatiflerinin varlığı ile hem hastalar hem de doktorlar daha erken cerrahi uygulama yönünde karar verebilmektedir. Cerrahi girişiminin endikasyonları ve zamanlamasında kayda değer değişiklikler göze çarpmaktadır.

Kronik ülseratif kolitin sistemik ekstrakolonik bulgularının kolektomi ile tam olarak açıklanabilmiş bağlantısı yoktur. Ekstrakolonik komplikasyonlar, ileri derecede gelişme geriliği ile seyreden olgular dışında, tek başına ameliyat endikasyonu değildir. Kronik ülseratif kolite bağlı artrit ve cilt lezyonları kolektomi sonrasında gerileyebilmektedir. Bunun yanında ankilozan spondilit ve karaciğer yetmezliği tablosundaki olgularda kolektominin ardından düzelme olmayabilir. Kolon mukozasındaki inflamatuvar reaksiyonun derecesi ve hastalıklı kolonun çıkarılmamış olması sklerozan kolanjitin ilerleyişi ile ilişkili bulunmamıştır. Pyoderma gangenosum için de bazı durumlarda kolektomi düşünülebilir. Kronik ülseratif kolitli olguların yaklaşık yarısında kolektomi sonrasında cilt lezyonları belirgin olarak gerilemektedir. Steroid ve diğer immunsupresif ajanlar ile kontrol altına alınamayan, Coombs’ pozitif masif hemolitik anemi de kolektomi endikasyonu koyduran nadir, ancak önemli bir ekstrakolonik komplikasyondur. Bu olgularda kolektomiye genellikle splenektomi de eklenmektedir. Cerrahi girişim kararıverdiren en sık ekstraintestinal komplikasyon adölesan çağındaki olgularda görülen gelişme geriliğidir. Ülseratif kolitli çocuk hastalarda kolektomi çok yararlı olabilmektedir.

Şiddetli displazi, displaziye bağlı lezyonların veya kitlelerin varlığı veya kanserden şüphelenildiğinde kolektomi yapılması birçok yazarın ortak görüşüdür. Kanser profilaksisi için yapılacak cerrahi girişimin zamanlaması konusunda ise fikir birliği yoktur. Kanser profilaksisinin başlı başına ameliyat endikasyonu olarak kabul edilebileceği hastaların sayısı fazla değildir. Rektum ve kolon biopsilerinin de kolektomi kararındaki etkisi tartışmalıdır. Hastaların %20’den fazlasında rektum biopsisi ile şiddetli displazi saptandığında, kolonun daha proksimalinde yerleşmiş malignite tabloya eşlik etmektedir. Uzun yıllardır kolit tedavisi alan olgularda, akut inflamasyon olmamasına rağmen yüksek dereceli displazinin varlığı kolektomi endikasyonudur. İnflamatuvar reaksiyonun tabloya eşlik etmediği düşük dereceli displazilerde bile kolektominin gerekliliği tartışılmaktadır.

Ülseratif kolitli olguların yalnızca %15’i ölümcül tabloda karşımıza gelir. Acil cerrahi girişim gerektiren birkaç durum;
1) Masif ve şiddeti azalmayan kanama,
2) Perforasyon riski taşıyan, ya da perfore olmuş toksik meagakolon,
3) Steroid tedavisine yanıt vermeyen fulminan akut ülseratif kolit,
4) Darlığa bağlı akut barsak tıkanması,
5) Kolon kanseri varlığı veya şüphesi.

Akut perforasyon nadirdir, atağın şiddetine ve hastalığın kolondaki yaygınlığına bağlı ortaya çıkar. İlk atakta perforasyon riski %4’ün altında olsa da, şiddetli ataklarda bu oran %10’lara ulaşmaktadır. Pankoliti olan hastalarda perforasyon riski %15, pankolite klinik olarak şiddetli atağın eşlik ettiği durumlarda %20’dir. Perforasyon akut kolitin en ölümcül komplikasyonudur ve mortalitesi %40 ile %50 arasındadır. Kolon perforasyonu toksik megakolon ile birlikte daha sık görülse de, perforasyon oluşumu için toksik megakolon varlığı zorunlu değildir. Kolon perforasyonuna yönelik olarak seçilecek ameliyat kolektomi, ileostomi ve rektumun Hartmann yöntemi ile kapatılmasıdır.

Benign darlık nedeni ile hastaların %11’inde obstrüksiyon oluşur ve obstrüksiyonların %34’ü rektum kökenlidir. Darlıklar en sık submukozal fibrozis, daha nadir olarak da mukozal hiperplazi nedeni ile ortaya çıkmaktadır. Bu lezyonlar genellikle akut obstrüksiyon nedeni değildirler, ancak Crohn hastalığı ve maligniteyi ekarte etmek için biopsi yapılması şarttır.

Kronik ülseratif kolite bağlı masif kanama nadirdir. Hastaların %1’den azında görülür ve acil kolektomi sebeplerinin yaklaşık %10’unu oluşturur. Hemodinamik stabilizasyon sağlandıktan sonra hasta cerrahi yönden tam olarak değerlendirilmelidir. Tüm kolorektal mukozayı kapsayan ve kontrol edilemeyen kanama acil proktokolektomi için kesin endikasyon olarak kabul edilebilir. Eğer mümkünse rektum, diğer bir seansta mukozal proktektomi-ileoanal anastomoz uygulanması için bırakılmalıdır. Hastaların %12’sinde geride bırakılan rektal güdükte kanamanın devam ettiği unutulmamalıdır.

Kronik ülseratif kolitin anorektal komplikasyonları sanılandan daha fazladır ve hastalığın Crohn kolitinden ayrımını güçleştirir. Rektal semptomların çoğu hastalığın ilk bir yılında, kısmen atakların şiddetine bağlı olarak ortaya çıkar. Hastaların %18 kadarında anal fistül ile birlikte perirektal ve iskiorektal abse de vardır.

Ülseratif kolite bağlı akut toksik megakolon hastaların %6-13’ünde görülmektedir. İyi bir tıbbi tedavi ile acil cerrahi girişim yapılmadan gerileyebilir. Ancak tıbbi tedavi ile tamamen gerilese bile, olguların yarısında ilk bir yıl içinde çoğunlukla kolektomi olmak üzere operasyona gereksinim duyulur. Akut toksik megakolona yönelik olarak yapılan cerrahi girişimlerin mortalitesi ve morbiditesi yüksektir. Hastaların yaklaşık %50’sinde sepsis, yara enfeksiyonu, abse, fistül ve yara iyileşmesinde gecikme gibi komplikasyonlar bildirilmiştir. Postoperatif mortalite oranları %11-16 arasındadır, perforasyon ile birlikte olan durumlarda ise bu oran %27-44’e çıkmaktadır. Acil cerrahi girişim sonrası toplam mortalite %8.7, total kolektomi sonrası %6.1 ve proktokolektomi sonrası %14.7’dir. Bu oranlar akut ataklarda olabildiğince konservatif davranılması gerektiğini düşündürmektedir. Anal sfinkteri koruyucu işlemlerin güncelliği anımsanmalı ve diğer bir seansta kontinansın sağlanması için hastaya şans tanınmalıdır. Özellikle rektumun korunduğu olgulara diğer bir seansta mukozal proktektomi ve ileoanal anastomoz uygulanabilir.

Kolon ve rektumun çıkarılması ile kronik ülseratif kolit iyileşmektedir. Bu nedenle total proktokolektomi ve ileostomi geçmişte en çok yeğlenen elektif cerrahi yöntemlerden biridir. Hastalıklı dokunun tamamen çıkarılmasına ve malignite riskinin ortadan kalkmasına rağmen hastalar ve hekimler bu yöntemi benimseyememişlerdir. Bunun başlıca nedeni standart proktokolektomi sonrasında kalıcı ileostomi oluşturulma zorunluluğudur. Stomanın geciktirilmeden, rezeksiyon ile aynı seansta yapılması, ileostomi ile ilgili mekanik problemleri engellemektedir. Titizlikle oluşturulan ileostomilerden sonra bile gaz ve gayta tutulamayacağı için hasta günün her saatinde torba ile dolaşmak zorunda kalacaktır. Brooke ileostomili hastaların %90’ı ileostomi ile yaşamaya uyum sağlamışlardır, ancak %25-50 hastanın gereçsel uygulamalara ait yakınmaları vardır. Bu yakınmalar cilt irritasyonu ve değişiklikleri, rahatsızlık, sıvı kaçağı ve koku, modern gereçler kullanarak ileostomi bakımı yapmanın getirdiği mali yük, bakım için harcanan zaman ve enerjidir. Genç hastalarda bunların önünde gelen diğer bir problem, kalıcı ileostomi ile yaşamanın getirdiği psikolojik ve sosyal sorunlardır. Cerrahlar yukarıda sözedilen nedenlerle, total proktokolektomi ve ileostomi için her zaman alternatif arayışındadırlar.

Elektif proktokolektomi ile birlikte %20, yarı acil şartlarda yapılan operasyonlar ile %30, acil şartlarda yapılan operasyonlar ile de %40 oranında toplam morbidite bildirilmiştir. Komplikasyonlardan bazıları kanama, kontaminasyon, sepsis ve sinir yaralanmalarıdır. Hastaların %10-25’i yaşamın ilerideki dönemlerinde stoma revizyonuna gereksinim duyarlar. Standart abdominoperineal proktektominin ardından hastaların %10-20’sinde perineal yara problemleri ortaya çıkar. %15-20 olguda postoperatif dönemde barsak obstrüksiyonu görülür. Benign hastalıklar nedeni ile yapılan proktektominin ardından erkek hastalarda %5 oranında impotans bildirilmiştir.

Subtotal kolektomi, Brooke ileostomi, rektumun Hartmann yöntemi ile kapatılması veya ileorektal anastomoz uygulanması ülseratif kolit tedavisinde yıllarca uygulanmış cerrahi tedavi yöntemleridir. İleorektal anastomoz ile stomanın getirdiği dezavantajlar ortadan kalkar. Bu olgularda sinir yaralanmasına bağlı mesane disfonksiyonu ve impotans gibi komplikasyonlardan da korunulur. Ülseratif kolitin acil cerrahi tedavisinde, özelikle Crohn hastalığı ile net ayrımı yapılamamışsa, subtotal kolektomi-ileostomi tercih edilmesi gereken yöntemdir. Hastalar kolektomi-ileorektal anastomozu daha kolay tolere ederler, ancak bu yöntem küratif değildir ve bu nedenle yaygın kabul görmemektedir. Subtotal kolektominin ardından rektum güdüğünde inflamatuvar olay devam etmektedir. Rezeksiyon-anastomoz sonrası 20 yıllık izlem sürecinde malignite gelişme riski %17’ye kadar çıkmaktadır. Subtotal kolektomi uygulanmış hastaların en az %10’u kontrol altına alınamayan proktit nedeni ile proktektomi adayıdır. Diğer bir %10’unda da fonksiyonel sonuçların yetersizliği nedeni ile proktektomi uygulanır. İyi sonuç alındığı kabul edilen hasta grubunda bile günlük dışkılama sayısı 4-5’ten az değildir. İleum ve hastalıklı rektum arasında oluşturulan anastomozda kaçak riski olduğu da bilinmelidir. Bu operasyon anal sfinkter disfonksiyonunda, şiddetli rektum tutulumunda, rektal displazi veya kanser tanısı konmuş olgularda kontrendikedir.

Kock 1969 yılında, tamamen terminal ileum ile oluşturulan ve gayta için rezervuar görevini üstlenen, stoma ile bağlantılı poşu tanımladı. Birkaç yıl sonra yapılan modifikasyon ile stoma ile poş arasında valf mekanizması oluşturuldu. Hastalar poşu valfden geçirilen yumuşak bir dren aracılığı ile boşaltmaktaydı. Bu operasyonun avantajları küratif özellikte olması ve hastanın sürekli üzerinde taşıyacağı enstrümanlardan kısmen kurtulmasıydı.

Rezervuar ileostomi birçok komplikasyonu da beraberinde getirdi. En sık görülen komplikasyonlar, fekal inkontinansa yol açacak biçimde valf mekanizmasının yer değiştirmesi ve poşun boşaltılması ile ilgili problemlerdi. Hastaların %4-40 ‘ında valf mekanizmasında sorunlar ortaya çıktı. %10-20 hastada barsak obstrüksiyonu tablosu gelişti. İleostomi disfonksiyonu ile ilişkili olarak hareketsiz loop sendromu, enterit, nonspesifik ileit ve poşit meydana geldi. Bu hastalarda aynı zamanda diare, yağ ve vitamin B12 malabsorbsiyonu, anaerobik bakteri proliferasyonu, poşta yangı ve inkontinansa bağlı klinik semptomlar görüldü. Poş ile cilt veya batın içi organlar arasında fistüller gelişti.

Kock poşunun Brooke ileostomiye göre avantajlı yönleri vardır. Buna rağmen mekanik, fonksiyonel ve metabolik komplikasyonları nedeni ile klinik kullanımı sınırlıdır. Günümüzde, kronik ülseratif kolitli hastalara tüm cerrahi alternatifleri sunabilen merkezlerde bile Kock poşu az sayıda uygulanmaktadır. Rezervuar ileostomi, total proktokolektomi geçirmiş, kontinans sağlayan girişimlere gereksinim duyan ileostomili hastalara seçerek uygulanmalıdır.

Kronik ülseratif kolitin mukozayı ilgilendiren bir hastalıktır. Bu mantıkla rektum, anüs ve anal sfinkteri koruyucu girişimler yaygınlık kazanmıştır. Rektal mukoza linea dentata’ya kadar disseke edilerek çıkarılabilir. Rektal musküler cuff ve anal sfinkterin korunmasını sağlayan bu yaklaşımda intestinal kanalın devamlılığı, ileumun pelvise endorektal olarak yaklaştırılması ve anüs ile arasında uç uca anastomoz gerçekleştirilmesi ile sağlanır. Total proktokolektomide olduğu gibi tüm hastalıklı dokunun uzaklaştırılması bu operasyonun avantajlı tarafıdır. Diseksiyon endorektal planda yapıldığı için mesane ve genital bölgenin parasempatik innervasyonu ile ilgili komplikasyonlar da görülmemektedir.

Geçtiğimiz 20 yıl içinde ileoanal pull-through ameliyatına duyulan ilgi artmıştır. Bu ilginin nedeni Kock poşu gibi alternatiflerin beklenen iyi sonuçları verememiş olmasıdır. Yıllar içinde cerrahi teknik gelişmiş ve morbidite cesaret verici oranlara düşmüştür. Bununla birlikte ileoanal anastomozun fonksiyonel sonuçları ile ilgili öngörü hala yapılamamaktadır. Pull-through ameliyatının olası sonuçları için hasta seçiminde yararlı olabilecek bazı parametrelerin üzerinde durulmaktadır. Ameliyat sonrası yeterli kontinansın sağlanması için hastaların preoperatif anal sfinkter fonksiyonunun yeterli olması şarttır. Ameliyat öncesi sfinkter fonsiyonunu belirleyecek manometrik ölçümler bu nedenle büyük önem taşır. Uç uca ileoanal anastomoz uygulanan hastalarda ileal komplians ve kapasite ile dışkılama sayısı arasında ters orantı olduğu görülmüştür. İleal komplians ve kapasite artışı ileoanal anastomozun proksimalinde oluşturulacak bir ileal rezervuar ile arttırılabilir. J-poş, S-poş, W-poş ve lateral yan yana izoperistaltik poş bu amaçla uygulanan yöntemlerdir. Poş oluşturulmuş erişkin hastalarda postoperatif dışkılama sayısında belirgin azalma görülmüştür.

Ameliyata eklenebilecek önemli bir girişim de diversiyon oluşturan geçici loop ileostomidir. Ameliyat sonrası ilk birkaç haftada fekal diversiyon böylelikle sağlanır, pelvik sepsis ve anastomoz kaçağı riski azalır. Bazı cerrahlar yüksek risk içermeyen olgularda loop ileostomi uygulamamaktadırlar.

Hastaların çoğunda operasyon iki aşamada gerçekleştirilir. İlk aşamada abdominal kolektomi ve mukozal proktektomi yapılır, endorektal ileal poş-anal anastomoz ve diversiyon loop ileostomi oluşturulur. İkinci aşama ilk operasyondan yaklaşık 8 hafta sonra loop ileostominin kapatılmasıdır. Acil şartlarda operasyona alınan olgularda durum farklıdır. Total kolektomi ve ileostomi yapılır, rektum Hartmann yöntemi ile kapatılır. İkinci aşamada rektum mukozası disseke edilerek çıkarılır, ileoanal anastomoz ve diversiyon amaçlı loop ileostomi oluşturulur. Üçüncü ve son aşamada loop ileostomi kapatılır.

Tek aşamada kolektomi, mukozal proktektomi ve ileal anastomoz uygulanan olgular ile mukozektomi ve ileoanal anastomozun diğer bir seansa bırakıldığı olgular kıyaslandığında; tek aşamada girişimin tamamlanması morbidite riski, hastanede kalış süresi, maliyet ve fonksiyonel sonuçlar yönünden avantajlı bulunmuştur. Agresif tıbbi tedavi (siklosporin kullanımı da dahil olmak üzere) yarı acil girişimlerin sayısını ve çok aşamalı operasyona duyulacak gereksinimi arttırmaktadır. Bu yüzden, göreceli acil cerrahi girişim endikasyonu olan hastalarda ( kanama, tedaviye yanıtsızlık, toksik megakolon) tek aşamalı cerrahi girişime olanak tanıyacak bir tıbbi tedavi yöntemi belirlenmelidir.

Gaytanın sulu kıvamda olması, dışkılama sayısında artış ve uykuda gayta kaçırma ileoanal anastomozun en rahatsız edici komplikasyonlarıdır. Dışkılama ile ilgili düzensizliği kontrol altına almak için sentetik bir opioid antidiareik ajan olan loperamide hidroklorid kullanılır. Hastanın diyeti yüksek oranda fiber içerecek şekilde düzenlenir.

Mukozal proktektomi ve ileal poş – anal anastomozun sonuçları iyi olmakla birlikte, ameliyat tekniği ile ilgili, distal mukozal proktektomiye alternatif getiren tartışmalar sürmektedir. Anal kanalın bütünüyle bırakıldığı bu teknikte ileal poş stapler ile anal kanala anastomoz edilmektedir. Amaç anal transizyon bölgesinin ve anal kanalın anatomik bütünlüğünün korunması, dolayısıyla fekal inkontinansın kontrol altına alınmasıdır. Bazı serilerde bu amaca ulaşıldığı bildirilmekle birlikte bu sonuçlar henüz prospektif, kontrollü çalışmalarla desteklenmemiştir. Anal kanal mukozasının yerinde bırakılmasının bir sonucu olarak, hastalar yaşamları boyunca nüks ve malignite riski ile karşı karşıya kalabilirler. Mayo kliniğinde opere edilmiş 50 proktokolektomi olgusu histolojik olara incelenmiş ve %90 olguda linea dentata’nın komşuluğundaki 1 cm’lik mukozada hastalığa rastlanmıştır. Kronik ülseratif kolitli olgularda proksimal anal kanal mukozasından köken alan displazi ve adenokarsinom bildirilmiştir. İleal poş-distal rektal anastomoz tekniği uygulanan hastalar bu yüzden yaşam boyu izlemde olmalıdır. Rektal displazi, proksimal rektal kanser, diffüz kolonik displazi ve familial polipozis olgularında mukozektomi tercih edilmelidir.

İleal poş – anal anastomoz uygulanan olgularda proksimal diversiyon ileostomisinin gerekliliğini sorgulayan yayınlar vardır. Diversiyon loop ileostomi uygulanmamasının birkaç teorik avantajı vardır. İleostomi kapatılması için başka bir cerrrahi girişime gerek kalmaz, ileostomi kapatılması sonrasında ortaya çıkabilecek komplikasyonlardan ve diversiyon enteritinden korunulur. Anastomoz kaçağı ileal poş-anal anastomoz sonrasında poşun kaybedilmesine neden olabilecek ciddi bir morbiditedir ve tüm olumsuzluklarının yanında diversiyon amaçlı loop ileostominin anastomozu koruyucu özelliği de vardır. Prospektif, randomize çalışmalar bu konuya açıklık getirecektir.

İleonal anastomoz sonrası fonksiyonel sonuçlar uzun süreli izlem verileri ile elde edilebilmiştir. Bu sonuçlara göre 24 saatte dışkılama sayısı 4 ile 9 arasındadır (ortalama 6). Gece dışkılama sayısı ise genellikle bir, nadiren ikidir. Uykuda gayta kaçırma ameliyattan sonraki bir yıl içinde hastaların %20’sinde görülmüştür. Bir yıldan sonra daha nadir olarak görülmektedir. Çeşitli çalışmalarda hastaların Brooke ileostomiye kıyasla ileoanal anastomozu daha kolay tolere ettikleri ortaya çıkmaktadır.

İleoanal anastomoz sonrası en sık karşılaşılan geç komplikasyonlar %10-50 oranında görülen ileal poş disfonksiyonu ve poşittir. Poşit iyi tanımlanamamış ve tam anlaşılamamış bir klinik sendromdur. Klinik bulguları dışkılama sayısında artış, kramplar, uykuda gayta kaçırma, artralji ve ateştir. Bu bulgular Kock rezervuar ileostomi poşu olan hastalarla benzerlik gösterir. Poşitin nedenleri ile ilgili spekülasyonlar Crohn hastalığının erken döneminin tabloya eşlik etmesi, bakterial overgrowth ve disbiozis, primer veya sekonder malabsorbsiyon, staz, iskemi ve nütrisyonel, immünolojik disfonksiyondur. Kronik poşiti olan olguların küçük bir kısmında altta yatan hastalığın gerçekte Crohn hastalığı olduğu ortaya çıkmıştır.

Staz önemli bir poşit nedeni olarak belirtilmekle birlikte poşun işlevini yerine getirmesi için bir miktar staz gereklidir. Birçok yazar poşit ile poş disfonksiyonunu birbirine karıştırmaktadır. Kanıtlar stazın direkt olarak poşite neden olmadığını göstermektedir. Bununla birlikte klinik olarak poşun boşalması sintigrafi ile denetlenmeli, poş fonksiyonunda bozukluk olan hastalar belirlenmelidir. Bakterial floradaki değişikliklerin de etkili olduğu düşünülmekle birlikte poşit herhangi bir mikrobiyolojik etkenle ilişkilendirilmemiştir. Neden sonuç ilişkisi tam olarak kurulamasa da kısa zincirli yağ asitlerinin poş içerisindeki yoğunluğunda azalma saptanmıştır. Bütirik asid konsantrasyonunda azalma villüs atrofisi ile ilişkilidir. Poşitin diğer bir nedeni glutamin eksikliği olabilir. Poşitin önlenmesi ve tedavisinde glutamin ve bütirat ile verilen nütrisyonel desteğin yararlı olduğuna dair bulgular vardır. İskemi de poşite yolaçabilir. Perfüzyonun azaldığı durumlarda, ksantin oksidaz aktivitesine bağlı olarak dokuda artan serbest oksijen radikalleri hasarlanmaya neden olabilir.

Kronik ülseratif kolitin ekstraintestinal tutulumu ile birlikte %40 olguda poşit görülmektedir. Bu oran ekstraintestinal tutulumu olmayan olgular için %20’dir. Sklerozan kolanjit ve poşitin birlikteliği daha da fazladır.

Günümüze kadar poşit klinik olarak tarif edilen bir sendrom olarak kalmıştır. Fikir ayrılıklarının nedeni tanı kriterlerinin kesin olmamasındandır. Bazı yazarlar tanıyı endoskopik kriterlere dayandırmaya çalışmaktadır. Hafif şiddette poşitin mukozada ödem, frajilite ve eritemle karakterize olduğu bildirilmektedir. Hafif olgularda ülserler yüzeyeldir, şiddetli poşitte ise difüz eritem, eksudasyon, yaygın yüzeyel ülserler, hatta nekroz görülebilir. Endoskopik bulgular, klinik semptomlar ve histolojik değişiklikler arasındaki ilişki tam olarak anlaşılamamıştır.

Poşit olguların üçte ikisi kısa süreli metronidazol ve siprofloksasin tedavisine yanıt verir. Diğer olgularda, tekrarlanan metronidazol tedavilerine yanıt veren veya kronik yanıtsız formda poşit vardır.

Kaynak: Anonim

Crohn Hastalığı

Crohn Hastalığı nedir?

Crohn hastalığı sindirim sistemini oluşturan yemek borusu, mide, ince ve kalın barsaklardaki bir veya birkaç bölümü tutabilen, tutulan bölümde kalınlaşma, ülserler oluşturan bir hastalıktır. Barsaktaki kalınlaşma bu bölgelerde darlıkların oluşmasına yol açabilir. Hastalıklı bölgeler birkaç santimetre uzunlukta olabileceği gibi bir metreyi aşan uzunlukta da olabilir. Hastalık en çok ‘ileum’ denilen ince barsakların son kısmını tutmaktadır. Kalın barsak ve anüs bölgesi de sıklıkla tutulabilmektedir. Anüs bölgesinde ‘fissür’ denilen çatlaklar ve ‘fistül’ olarak isimlendirilen iltihapın aktığı delikler bulunabilir.

Crohn hastalığı tutulan bölgeye göre değişik bulgulara yol açabilir. En sık olarak karın ağrısı ve ishal olur. Barsakta ciddi derecede daralmanın oluştuğu hastalarda karında şişkinlik, ağrı, kusma, kabızlık görülebilir. Kalın barsağın tutulduğu hastalarda dışkı ile kan gelmesi de görülebilir. Crohn hastalığının aktif döneminde, hastalar yorgunluk, halsizlik hisseder ve ateşleri olabilir. Anüs çevresinde çatlak, iltihaplı akıntı yapan fistüller, apseler hastalığın diğer bulgusudur.

Evet. Crohn hastalırının bir kısmında gözler, cilt, ağız ve eklemlerle ilişkili yakınmalar, bulgular olabilir. Gözün dış tabakasının iltihaplanması (episklerit) veya göz merceğini kaplayan tabakada iltihaplanma (iritis) gözle ilgili başlıca rahatsızlıklardır. Ciltte en sık görülen problem, özellikle diz altlarındaki bölgelerde ağrılı kırmızı şişliklerdir (Eritema nodosum). Daha nadiren ayak bileği yakınında ülserler oluşabilir (Pyoderma). Ağızda sıklıkla normal kişilerde de görülebilen beyaz renkli küçük yaralar (aft) görülebilir. Eklemlerde, en sık olarak da dizlerde ağrılı şişmeler Crohn hastalığının aktif dönemlerine eşlik edebilir. Bazen şişlik olmadan da eklem ağrılarından yakınılabilir. Kalça ve omurga eklemlerinde hastalık aktif dönemde olmasa bile ağrılar olabilir.

Diğer bazı hastalıklarda olduğu kadar ailesel geçiş yoktur. Ancak Crohn’lu hastanın birinci derece yakınlarında Crohn hastalığı veya benzer bir hastalık olan ülseratif kolit açısından azda olsa risk artışı söz konusudur. Bu risk çok az olduğundan çocuk sahibi olmanız açısından engel oluşturmaz.

Çok sayıda ve yoğun araştırmalara karşın Crohn hastalığının nedeni halen bilinmemektedir. Bulaşıcı hastalık değildir, hastalıklı kişiden sağlam kişiye geçmemektedir. Ancak virüs veya bakteri türü bir infeksiyöz ajanın, kişinin savunma mekanizmalarındaki yatkınlık durumlarına bağlı olarak hastalık oluşumunda rol oynadığı düşünülmektedir.

Crohn hastalığının oluşumuna veya aktivasyonlarına sıkıntı, üzüntünün neden olduğunu gösterecek bulgu yoktur. Doğal olarak sıkıntılı, depresif bir kişinin hastalığın bulguları ile başa çıkabilmesi daha zor olacaktır. Hastalığın yarattığı düşkünlük hali, sık sık tuvalete gitme gereksinimi, karın ağrıları kişinin kendini daha sıkıntılı, dayanıksız hissetmesine ve yakınları, çevresi ile ilişkilerinin olumsuzluğuna yol açabilir. Stress ve üzüntü hastalığın nedeni değil, sonucu gibi görünmektedir.

Diyetin ve gıdaların korunmasında kullanılan katkı maddelerinin Crohn hastalığının nedeni olarak gösterilmiş bir etkisi yoktur. Crohn hastalığı olan kişilerin rafine şeker ve tahılı daha fazla tükettikleri saptanmıştır. Ancak Crohn hastalığı geliştikten sonra bu gıdaların diyetten çıkarılmasının tedaviye katkısı olmamaktadır.
Aktif ve ağır hastalığı olan kişilerde ‘elementer diyet’ olarak isimlendirilen sıvı şeklinde diyet genellikle hastane koşulları içinde bir süre uygulanabilir.
Diyetde bazı gıdalar rahatsızlık oluşturabilmektedir. Rahatsızlık gösteren gıdanın türü kişiden kişiye değişebilmektedir, bu nedenle herkes için geçerli olan genel bir diyet yoktur. Hastanın rahatsızlık yaratan gıdalardan kaçınması uygun olur.
İshal yakınması şiddetli olan ve barsakların bir kısmının cerrahi olarak çıkarıldığı hastalarda diyetde yağ miktarının kısıtlanması ishalin azalmasını sağlayabilir.

Hayır, fizik aktivite ve iş hayatı hastalığı kötü yönde etkilemez. Hastalığın alevlenme dönemlerinde hastaneye yatırma veya bir süre yatak istirahati gerekebilir. Bu dönemler dışında hasta sporda dahil olmak üzere normal fizik aktivitesini ve iş hayatını sürdürme yönünde cesaretlendirilmelidir.

Crohn hastalığı barsak kanseri değildir. Düşük bir oranda ince veya kalın barsakta kanser gelişme riski olabilir. Kontrollerinizde doktorunuz bu riski gözönüne alarak gerektiğinde ek araştırmalar yapabilir.

Sıklıkla haftalar-aylar süren karın ağrısı, ishal, kilo kaybı yakınmaları olan genç hastada Crohn hastalığından şüphelenilir. Basit kan tetkikleri kansızlık ve iltihaplanmanın bazı bulgularını gösterebilir. Daha ileri tetkikler ağız yoluyla verilen ilacı (Baryum) takiben mide, ince barsak filmlerinin çekilmesi ya da anüsten aynı ilacın verilerek kalın barsak filmlerinin çekilmesidir. Tanı açısından en önemli tetkiklerden biri kolonoskop denilen bükülebilir cihazlarla kalın barsağın ve bazı durumlarda ince barsağın son bölümünün içeriden görülerek incelenmesidir. Bu inceleme sırasında tanıda önemli olabilecek biyopsiler alınarak patolojik inceleme için gönderilebilir.

İshalin şiddetini azaltmak için, doktor uygun gördüğü taktirde diphenoxylate (Lomotil) veya Loperamide (lopermid) gibi ilaçlar kullanılabilir. Ancak bu ilaçların hastalığa bir etkisi yoktur. Sulphasalazine (Salozopyrin) kalın barsağı tutmuş olan Crohn hastalarında, Mesalamine (Salofalk) ince barsağı tutan Crohn hastalığında yararlıdır. Salozopyrin alan bazı hastalarda bulantı, ciltte döküntü gibi yan etkiler görülebilir. Salofalk ile yan etkiler azdır.
Hastalığın aktif döneminde kortikosteroid ilaçlar (Deltakortril, Ultralan vb.) iltihaplanmanın azalmasını sağlayarak karın ağrısının, ateşin, ishalin azalmasını, iştahın artmasını sağlarlar. Kortikosteroidler çok etkili olmakla birlikte yüksek dozlarda ve uzun süreli kullanıldığında yüzde şişme, kan basıncında artış, kan şekerinde yükselme, kemiklerde kalsiyum kaybı gibi istenmeyen yan etkilere yol açmaktadır. Bu nedenle ilacın olumlu etkisi sağlandıktan sonra ilaç dozu haftalar/aylar içinde kademeli olarak azaltılır veya tamamen kesilir. Bazı hastalarda düşük dozda devamlı kortizon kullanımı gerekebilir.
Bağışıklık sistemini etkileyen Azathioprine (Imuran) gibi ilaçlar uzun dönemde hastalığın aktifleşmesini engellemek için kullanılmaktadır. Azathioprine kemik iliğinde kan hücrelerinin yapımını engellediğinden kan sayımının düzenli izlenmesi gerekir (Crohn hastalığında düşük dozda azathioprine kullanıldığı için kan hücrelerine etkisi azdır). Bulantı, kırgınlık, deri döküntüleri çok az sayıda hastada olabilir.
Antibiyotiklerin Crohn hastalığındaki rolü belirgin değildir. Apse, anüs çevresinde iltihaplanma gibi durumlarda antibiyotikler gerekebilir.
Demir, folik asit veya vitamin B12 gibi mineral ve vitamin desteğine kansızlığı olan hastalarda gereksinim olabilir.

Malesef, günümüzdeki ne tıbbi ne de cerrahi tedavilerin Crohn hastalığını tamamen ve kalıcı olarak iyileştirdiğini söylemek olası değildir. Ancak bu günümüzde uygulanan tedavilerin başarısız olduğu anlamına da gelmez, tedavi ile hastalığın uzun süreli yatıştırılması, atakların önlenmesi, yakınmaların düzelmesi sağlanabilmektedir.

Anüs çevresindeki apse, fistül gibi rahatsızlıklarda, bu bölgeye yönelik lokal bazı girişimler yapılabilir. Bazı hastalarda iltihabi barsak bölümünün çıkarılıp, açıkta kalan barsak uçlarının uçuca birleştirilmesi gibi daha büyük operasyonlarda gerekibilir.
Crohn hastalığı barsakta atlayan bölümler şeklinde birkaç alanı tutmaktadır. Bu nedenle hastalıklı alanın tamamen çıkartılması, barsakların önemli bir kısmının kaybedilmesine ve buna bağlı sorunların oluşmasına yol açar. Yaygın hastalığı olmayan, sınırlı barsak çıkartılması uygulanan hastalarda bile bu şekilde kalıcı iyilik sağlanamayabilir. Ameliyat geçiren Crohn hastalarının yarıya yakın bir kısmında ameliyat yapılan bölümde ya da daha önce sağlam olan barsak bölümünde hastalığın tekrarlaması söz konusudur. Bu nedenle tekrarlayan operasyonlar gerekebilir. Ameliyatın kalıcı bir çözüm getirmemesi ve barsak bölümlerinin her ameliyatta daha da kısalacağını gözönünde tutarak, Crohn hastalığında cerrahi tedavi ancak çok gerekli durumlarda yapılmalıdır. Barsaktaki darlık nedeniyle operasyon kaçınılmaz olduğunda barsak bölümünün çıkartılmadan, sadece darlığın genişletilmesine yönelik sınırlı operasyonlar tercih edilmektedir.

Crohn hastası kadınlarda normale göre gebe kalma olasılığı az da olsa düşüktür. Bunun nedeni yumurtlama dönemlerindeki düzensizlikler, hastalıklı barsak bölümünün komşu olduğu yumurtalık tüplerini etkilemesi olabilir.
Hastalığın aktif olduğu dönemde gebelikten kaçı-nılmalıdır. İshal şiddetli olmadığı sürece gebeliği önleyici ilaçlar güvenle kullanılabilir. Hastalık hafif aktif veya sessiz döneminde ise gebe kalmak için engel bir durum bulunmamaktadır. Kullanılmakta olan ilaçların çoğu gebelik döneminde de kullanılabilir. Her ne kadar şu ana kadar önemli bir olumsuz etki belirlenmediyse de Azothioprin (Imuran) kullanımından kaçınılmalıdır. Gebelik esnasında genellikle aktivasyon görülmemekte, hatta yakınmalarda azalma olabilmektedir.
Crohn hastalığı bebek açısından özel bir risk oluşturmaz. Annenin gıda ve özellikle demir alımının yeterli olmasına dikkat edilmelidir.

Evet. Crohn hastalığı ve benzer bir hastalık olan ülseratif kolitin nedenleri, tedavisi konusunda sürekli olarak çok sayıda araştırma yapılmaktadır. Bilmecenin parçaları küçük küçük tamamlanmakta, gelecekte daha etkin tedavilerin yapılabilmesi ve sonuçta bu hastalıkların tamamen iyileştirilmesi olası görünmektedir.

Kaynak: Anonim